İnsan bir Uğur Eymirli
nedir diye düşünüyor sevgili dostlar. Siz de sorun kendinize bir Uğur Eymirli
nedir hakikaten? Bu insandan ya da bir insandan portre çıkartmak nasıl
gerçekleşir. Ne yapıcaz hayatını mı anlatıcaz mesela. İyi anlatırız da ben
şimdi başlayamam ki 1990’da Denizli’de dünyaya gelmiş falan diye. Benim için bu
kadarı bile yeter. Düşünsenize bu adam, böyle bir adam 1990’da dünyaya gelmiş.
Six Feet Under ile Bücür Cadı’yı aynı anda sevebilmiş, Seinfeld’in Larry David
dönemini ezberlerken Üzgünüm Leyla’nın bir bölümünü bile kaçırmamış, Varoloşçu
olarak başladığı ama Friends ile Hümanizme doğru kayan bakış açısı bir kurban
bayramında uzun uzun düşünüp “Ben artık varoloşçu değilim lan” cümlesiyle bir
anlamda nihilist bir noktaya devrilmiş, elinden geldiğince de B filmi takip
etmiş hatta azıcık da Kazım Kartal’a benzemiş bu adam, hiç Antisilence
dinlememiş, kısa ömrünün bir bölümünü Lars Von Trier alıntılarıyla geçirmiş bu
adam, bu Uğur Eymirli gibi adam nedir dostlar?
Bu soruya az da olsa
yanıt verebilmek için bir başka soruya başvurmamız gerekiyor: Bir Denizli nedir
dostlar? Bu kentin adının Deniz ile alakalı olmadığını hepimiz biliyoruz artık.
Peki ne ulan o zaman. Niye böyle adamlar çıkıyor bu memleketten, niye hepsi
D.A.L’da okuyor. Traverten kelimesini türkçemize, Hasan Ali Toptaş’ı
edebiyatımıza kazandırmak dışında ne yaptı bu kent? Bu Grunge havaları nedir,
nedir bu mutsuz Denizli insanları galerisi. Bak bundan yıllar evveldi sayın
okuyucu o zamanlar Uğur Eymirli daha Denizli’deydi, Goldmax’te hiçbirimizin
izlemediği Peter Greenaway filmlerini izliyordu. Ama ben yani bir gece aniden
Rükneddin olan ben İzmir’deydim. Bir kız vardı. Bu kız da Denizli’de doğmuş,
buraya da okumaya gelmiş falan filan bir kızdı. Şimdi ONX club olan yer o
zamanlar Leman Cafe idi, bir gün bir gösterim sonrası bu arkadaşla işte o Leman
Cafe’ye gitmiş ve üç dört saat mutsuzluk ve acı üzerine konuşmuştuk. O bu durumun Denizli ya da başka bir kentle
ilgili olmadığını tamamen bir “kuşak problemi” olduğunu iddia ediyordu. Sanırım
değişen bir dünyadan ve bu dünyaya aynı hızla uyum sağlayamayan insanlar
olduğumuzdan da bahsetmişti. O da D.A.L mezunuydu, sonra gitti kız, baya
bildiğin okulu da bırakıp Denizli’ye gitti, diğer insanların girmek için
yıllarca çalıştığı bir bölümü bir dönemde bırakıp gitti, aynı oranda mutsuz ana
ve babasına Denizli’ye, ama niye lan Denizli’ye?
Ama bu adam, bizim adam,
orası neresi burası bir adam Uğur Eymirli’yi böyle bir kategoriye sokmak
istemem. Denizli gibi bir yeri sadece ben mi tuhaf buluyorum diye hocamız ve
dostumuz Murat Göç’e danışmıştım zamanında. Ben “biliyor musunuz Uğur Eymirli
Denizli doğumlu” dediğimde Murat Göç “Hadi ya Denizli’den adam çıkmaz aslında
ama Uğur iyiymiş ” demişti. Alın size bir başka bakış açısı. Alın yeni bir doxa.
Biliyorsunuz Leibniz zamanında öznelerin bakış açılarının olamayacağını, bakış
açılarının zaten var olduğunu bizim bireyler olarak bu bakış açılarına
yerleştikçe özneleşebileceğimizi belirtmişti. Bizler birey birey bu Denizli
kentini bakış açılarına boğabilsek belki gerçeği göreceğiz ama o iş de öyle
kolay değil.
Araştırdığımız
kadarıyla Uğur Eymirli’nin büyük büyük ataları Türklerle İslam dünyası
arasındaki ilk ilişkilerden birini Maveraünnehir taraflarında başlatmış.
Eymirli’nin ataları Arap gazileri aracılığıyla Müslümanlığı kabul edip karşı
tarafa geçerken daha önceki üretim biçimlerini de unutmamış ve bu serbest
üretim biçiminin İslam’daki gaza (kutsal savaş) kavramıyla bir uyum içinde
olduğunu anlamışlardı. Ama tam bu sırada İslamiyeti İran topraklarından
geçerken kabul etmiş kabilelere dayanan Danişmentliler devleti Eymirli’nin
atalarının kafasını bir hayli karıştırmıştı. Danişmentli devleti parasının
üzerine hükümdar resmini, yanı başına bir ayetten parça ve onların yanına da
Aziz Georgius ile mitolojik bir ejderha tasvirini bastıran adeta Bizans’ın
asimilasyon politikası umutlarını haklı gösterecek kadar hoşgörü sahibi bir
devletti. Ama Eymirli’nin ataları o zamanlar Anadolu taraflarının güç sahibi
iktidarına yani Selçuklulara (Rum Selçukluları da denir) meylediyorlardı. İslamiyet’in
sosyal örgütlenmesinden destek alarak tekmerkezli bir yönetim benimsemeye
çalışan Selçukluların yanında zamanla bu tatlı Danişmentli devleti Eymirli’nin
atalarının kalbini çelmiş ve bu Eymirli kabilesi ikili çekişmede Selçuklu
saflarından ayrılıp Danişmentli saflarına geçmişti. Fakat ne bir merkeziyetçi
yapı ne de bir aristokrasi benimseyebilen, bir sürü tatlı kabilenin sevgisiyle
bir yerlere gelebilen Danişmentli devleti Selçuklular hışmına daha fazla
dayanamayarak on üçüncü yüzyıldan itibaren yavaş yavaş tarih sahnesinden
silinip yerini Selçukluların tek merkezli hâkimiyetine bırakmıştır.
1250 civarı Denizli
taraflarına gelen Eymirli kabilesi ve diğer birkaç kabile şöyle ya da böyle çok
fazla bir olay yaşamadan bugünlere kadar gelmiştir. İşte o günlerin, o
Danişmentli günlerin ardından bir çocuk 2000’li yılların başlarında bir elinde
bavulu diğer elinde montu ile kalkıp İzmir’e gelmiş. 3 saatlik mesafeyi aşarken
yolda bir çorba içmiş, kalacağı yurdu düşünürken, acaba Denizli’den ayrılıyorum
diye, atalarımdan kopuyorum diye kötü mü hissediyorum diye de düşünmüş, ağzına
attığı bir kaşık çorbanın ardından “yok lan hiç üzülmüyorum ha” demiş, Ege
Üniversitesinin hem Şiir hem de Sinema topluluğunda yüksek kademelerde görev
almış kimi zaman bir Şair karşılamak için gece yarıları Adnan Menderes havaalanına
gitmiş kimi zaman gece 2’den sonra Tekirdağ Rakısı’nın Yeni Rakı’nın yaş
üzümlüsü olduğunu ısrarla iddia etmiş, Kiel gibi dünyada pek az insanı
ilgilendiren bir kentte Mahmut Tuncer filmleri izlemiş bu adam, bu Uğur Eymirli
gibi adam ile tek ortak noktamız ise eski Denizli Otogarıdır. Alt tarafı
kıraathane olan üst tarafında otomatik olduğu için 14 dakikada açılan bir
kapısı olan ama o kapının ardından bir türlü ulaşmak istediğiniz yere
varamadığınız bir otogar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder