Bu şarkıyı 2004-2007 arasında
müthiş bir performans sergileyen fakat ilerleyen yıllarda tam anlamıyla çöküşe
geçen Liverpool’a ithaf ediyorum. Bu takımı bu hale getiren –başta Amerikalı
sahipleri olmak üzere- herkes utanmalıdır. Ayrıca aşağıdaki yazının bir bölümü
de bu şarkı eşliğinde yazıldığı için, yazı ilerledikçe şarkının da etkisiyle
çeşitli sapmalar, kırılmalar ve manasızlıklar oluştu. Hoşgör sen okuyucu.
1
İstasyonda
Gerard oluyor biraz
Ben bazan
Liverpool’a üzülen bir adamım
………………………..
Batman filmlerini hiç sevmeden oluşan Batman
takıntısı nedir?
Böyle
insanlar vardır. Bilirsiniz. Yani olay filmlerdeki Batman değildir. Olay
tamamen Batman’in durumuna duyulan bir takıntıdır. “Yarasa Kostümü giyen bir adam geceleri…” diye bir cümle
kurduğunuzda tüylerinizin diken diken, berberde ise konunun yine ekonomi
olmasıdır. Bu durum belki de bir yere kadar anlaşılır bişeydir. Ama Liverpool’u
nasıl anlayacağız?
Allahın
Türkiye’sinde bir adam Liverpool için neden üzülür sevgili dostlar? Nazım
Hikmet bence çok yanlış sorular soruyor. İşte “Mutluluğun resmi…” falan.
Sorsana Nazım “Bu memlekette bir adam Liverpool için neden üzülür?” Sebebi yok
tabi. Nedensellik ilkesi denen şey de tam bir saçmalık. Bu Luis Suarez denen
mal Andy Carroll’dan bile daha kötü bir topçu. Ama şu an takımın kurtarıcısı
konumunda. Nuri hâlâ adaptasyon sorunu yaşıyor. Toplara filan vururken aklından
“Bugün Pamuk Kalbinden Taşınıyorum” şeklinde şarkılar geçiyor. –Yani Nuri topa
vurduğunda insan onun böyle şeyler düşündüğünü zannediyor- Gerard desen vicdani
sebeplerden takımı bırakmıyor. İşte biz Liverpool’u da biraz bu sebepten
seviyoruz. Liverpool hataların takımı. Güzel hataları var. Taraftarları da
Liverpool gibi işte güzel okuyucu. Liverpool böyle bir dünyada hata yapan
insanların tuttuğu, sevdiği bir takım.
Biz
Meliha’yı da böyle sevdik. Canım Ailem’deki Meliha’yı. Uykusuzluk problemi
insana Atv izlettiren bir şey Ve bu Atv’de sabah 5 sularında bir dizi
yayınlanıyor. Daha doğrusu zamanında başlamış bitmiş bir dizi başlıyor. Canım
Ailem işte. Orada bir Meliha var. Batman’e duyduğumuz sebepsiz tutku,
Liverpool’a duyduğumuz anlamsız sevgi Meliha’ya duyduğumuz acayip saygıya çok
benziyor.
Gerard’ın
Olimpiakos’a attığı gol, Batman’in savrulan peleriniyle karanlıklar içinden
belirmesi ya da Meliha’nın o güzel ses tonuyla “Samim” demesi. Bütün bunların
birbiriyle ne alâkası var?
Durup
düşünmeye devam ediyoruz.
2
Şimdi
bu soruları sormaya devam ederken bazı meseleleri halletmemiz, bazı gerçekleri
de açıklığa kavuşturmamız gerekli dostlar. Bak mesela, geçen gün film izliyorum
tamam mı, yerli film. Bu filmde işte paso güzel İstanbul görüntüleri, işte
caanım İstanbul güzellemeleri vs .yapılıyor.
Şimdi
böyle yapan en az bin film vardır. Bir o kadar da şarkı ve kitap. Ben de
oturdum düşündüm hacı. Ve bir cevap beklediğim soru buldum: Tarih kokan kent, Tarih
ile iç içe kent, müthiş kent İstanbul’un o “tarihi” diye övülen eserlerinin
%75’i Cami değil mi arkadaşım? Konunun uzmanı Eymirli’ye danıştığımda tatmin
edici bir cevap alamadım.
Kendi
kendime bulduğum cevap ise şöyleydi: Evet öyle. E yani şimdi bütün bir tarihi
zenginliğinin büyük bir bölümünü tek bir mimari yapıya dayamış bir kentin
nesiyle tarihi diye övünüyorsun olum sen? En şahanesi de en kötüsü de en eskisi
de en yenisi de formel olarak aynı şey değil mi abicim? Öyle evet.
Burada
Cami falan eleştirecek halimiz yok. Bir sürü şey söylenebilir yok efendim Mimar
Sinan yumurta akı ile bilmem ne yapmış, yok işte Sultanahmet’in yapımında şu
kadar insan çalışmış vs. hepsine tamam. Ama Cami işte abi, Cami yani. İslam
zaten süslü ya da ihtişamlı şeylerden hoşlanmayan, daha mütevazı ağırbaşlı bir
güzel dinimizdir ya, hah işte bu yüzden de mimari konularda öyle süse falan
kaçmaz, gösteriş de yapmaz. Bir tek Osmanlı işte bunu bir ara yapmış ve bugün
gördüğümüz Sultanahmet, Selimiye ortaya çıkmış. Ama tekrar söylüyorum bak: Cami
abi, bütün bunlar Cami.
Saraylara,
kulelere (Galata Kulesi hariç, kimse demediyse ben diyeyim: Sıfır yaratıcılık,
Sıfır estetik) vs. lafım yok. Harbiden emeklerine sağlık şahane şeyler
yapmışlar Dolmabahçe gibi, Beylerbeyi Sarayı gibi. Ama şimdi o şarkılarda,
filmlerde vs. paso övülen karşısına geçip efkarlanılan manzara hep Cami değil
mi bilader. Camilere bakıp bakıp hüzünlenen onca sanatçı -ki çoğuna kuşkuyla
bakıyorum artık- hakikkatten ne görüyorlar orada? Nedir abi bu şehir fetişizmi.
Olağanüstü kent, Mucizeler kenti, Tarihin en güzel kenti vs. noluyoruz dayı, ne
var bu kadar lan.
Bak
bundan daha kötü durumda olan kimler var biliyor musunuz: İzmir yurttaşları. Başİzmirli
Yılmaz Özdil’e bakın tamam mı, aha bütün bir Karşıyaka eşrafı yahut Alsancak ve
diğer sahil kesimi, hepisi bu Yılmaz Özdil’in kombinasyonudur. Mesela şöyle
şeylerle övünürler bak : “Biz domatese domat deriz, çekirdeğe çiğdem. Lafı
uzatmayı sevmez napıyon der, gelcen mi diye ekleriz”. İşte bu kadar. Bütün
övünç kaynakları bu. Ha azıcık da işte cumhuriyet şehri, Ata’nın gözbebeği
falan derler ve bu kadar. İnsanın doğup büyüdüğü yeri sevmesini, sahiplenmesini
anlarım da bu artık manyaklık boyutundaki durumlar nedir abi. Bi dışarıdan bak
ortalama zekâyla görürsün durumun saçmalığını.
İzmir
ya da İstanbul fetişistlerinden daha kötü durumda olan birileri vardır ki
bunlar Antakya sakinleridir. Lan oğlum mal mısınız la. Bu ne sevgi hacı. Git yemek
ye, çarşıda bir tur at, işte bütün özelliği bu olan bir kente bu sevda niye
olum. Bir de böyle insan içinde Antakya’ya övgü düzmeler yok mu, işte insanı
şöyleymiş, kardeşlik böyleymiş, hoşgörü bu kadarmış. Hoşgörünün kendisi
hastalıklı bir kelime de, Hoşgörüden kasıt şu: Kimse birbirini iplemez, başına
bir şey gelirse de iplemez, ölse de iplemez, öldürse de iplemez. Bir bölümü
diğerleri dediklerini anlamasın diye Arapça konuşur, diğer bölümü de niye
Arapça konuşuyolar lan burası Türkiye diye çıkışır, diğer bölümü de Akp’li moda
islamik tiplerdir. Şimdi sen nesini övüyosun olum buranın. Neyine methiye
düzüyosun allahın dangozu. Ve Malatyalılar için bir şey bile söylemiyorum çünkü
bu Antakyalılar bile onların yanında iyi kalıyor. Anladın sen.
3
Bütün
bunları böylece dedikten sonra konuyu tabii ki Patti Smith’in memelerine
getireceğim. (Neden acaba?) Patti Smith gibi, uğruna dağa çıkılası, şaki
olunası, bisikletle boydan boya bir Anadolu turu yapılası bir insanın memeleri
tabii ki çok önemlidir. Hele ki güzel güzel, sempatik sempatik, ve olması
gerektiği gibi, yani çok doğal bir şeymiş gibi açıp bu memeleri göstermişse
daha da önemlidir.
Ama
heyhat, geçen gün Burroughs belgeselini yani "A Man Within"i izlerken bir ara çıkıverdi
ekrana Patti caanım Smith. Nasıl desem, nasıl dile getirsem, şöyle dile
getireyim: Oğlum Uğur, kadının sakalı, bıyığı vardı lan.
Sevgili
dostlar, hazır elimiz değmişken gelin bu kanayan yaraya da parmak basalım.
Birazcık bizi biz yapan değerleri hatırlayalım. Bakın, kıl ve tüy dediğimiz
şeyler nahoş şeylerdir. Şimdi ayrımcı dil kullanarak şöyle de söyleyeyim: Hele
ki kadınlarda çok daha nahoş şeylerdir. Yapmayın. Feminist hanımefendiler
bir ara tepki gösterme amaçlı falan hiç dokunmuyorlardı ya vücutlarına, bakın
ne diyorum: Yapmayın canlar, yapmayın dostlar. Bir de çıkıp: Bunlar natürel
şeyler, niye tiksiniliyor ki? ayakları yapmayın bak. Mağarada yaşamak, geyik
vurup yemek, çeşitli hastalıklardan 30 yaşına varamadan ölmek de natürel
durumlardı ama hepsini atlattık. O yüzden bana insanlığın gelişiminden örnek
verme uluslararası ilişkilerde masaya yatırdığım ablam, kap bi Braun Silk Epil
al şu kılını tüyünü.
Biz
aklımızda tabii ki Patti Smith’in sakal ve bıyığını değil gümbür gümbür
memelerini ve şarkılarını tutacağız. Ama bu tip seçimlere maruz kalmak da çok
can acıtıcı bir süreç. O yüzden tekrar ediyorum bak: Yapmayın canlar, yapmayın
dostlar.
6 yorum:
Bu bana sizin siir yarismasinda memleketine siir yazan vatandasi animsatti. Ordu'ya miydi neydi bilemedim simdi.
hep silinmiş yorumlar var çünkü blogger aynını 4 kez yayınlamış kendisine teşekkürü bir borç biliyorum.
afyonum o. afyonlu ömür yazmıştı.
Yorum Gönder