1
Aslı
Özge
Sevgili
dostlar, aynı anda hem gülmek hem sinirlenmek hem de “batsın bu ülke” sinizmine
kapılmak mı istiyorsunuz? Durmayın bir gazete alın. Ama yok ben biraz daha
kültür - sanat yolundan melekelerimi yitirmek isterim derseniz de koşa koşa bir
Şiir ya da Sinema dergisi alın.
Benim
tavsiyem Altyazı’nın Nisan sayısı. Gayet “olmuş” bir sayının sayfalarını
dolaşırken 42. Sayfada bir duraklıyorsunuz. Bu sayfadaki bir yazıyı okurken
daha ilk cümlelerde “ya gerisini okumayayım boşver” deseniz de olmuyor anam
babam, olmuyor, okuyorsunuz işte. Okuyor ve yukarıda adını andığım duygu
dalgalanışlarına kapılıyorsunuz.
Bakınız
tam da bu sayfada Aslı Özge adlı hanfendi yeni filmi “Hayatboyu” hakkında
konuşmuş. Hiç dokunmadan hepsini aktarıyorum. Sadece parantez içi italikler benim.
Dayanamadım zira:
“Hayatboyu”,
uzun süredir evli olan bir karı kocanın ilişkilerinde yaşadıkları sıkışmışlığı
ve ilişkilerinin bulanık seyrini takip ediyor (Aboo? Kaçın gençler. Bu cümleler 2013’te bu ülkede kuruluyor. Hani şu
atletle oturan babalar ya da patates doğrayan annelerin ülkesi. Sıkışmışlık
diyor kadın, bulanıklık. E benim tuvaletin kapısında yorgan var o ne olacak
Aslı hanım ha? Benim de sıkışmışlığım var. Zaten bütün sıkışmışlıklar bütün
bulanıklıklar, travmalar zenginlerindir anasını satayım. “Yoksulların travması
olmaz” demişti Umut Sarıkaya) Yaşadıkları
hayatın konformizmi, ellerinde olanı kaybetme korkusu, birbirlerine olan derin
bağlılıkları ve alışkanlıkları Ela ve Can’ın birbirlerinden kopmalarını zorlaştırıyor
(Vay vay vay. Zeten böyle şeyleri hep Ela
ve Can yaşar anasını satayım. Sorarım okuyucu bu kişilerin adları Rükneddin ile
Macide olaydı hiç böyle şeyler yaşarlar mıydı? Nerdeee. Anca Can olucan, Ela
olucan ki yaşayasın. Zaten yönetmen hanımın adı da Aslı Özge! Bak bak. Yani
düşün Özge yetmemiş üstüne bir de Aslı demiş. Bu tip Özge isimlerini bir
zenginler bir de onlara özenen orta sınıf koyar. Aslı Özge hacı. Aslı Özge. Ki
galiba evlenmiş bu hanım. Çünkü ilk filminde soyadı başkaydı. Aslı Özge ya.)
“İnsanlar
zaman ve yaş ilerledikçe değişikliğe kolayca cesaret edemiyor (Tespiit). Mutsuz olsalar bile
hayatlarının aslında kötü olmadığına kendilerini inandırıyorlar. (Biz mi lan?) “Hayatboyu” da bir önceki
filmim “Köprüdekiler”de olduğu gibi sıkışmışlığı ve çıkışsızlığı konu ediyor (Çıkışsızlık! Sızlık). Ancak “Köprüdekiler”in
imkânsızlıklardan dolayı oldukları yere saplanmış karakterlerinin aksine
“Hayatboyu”nun başarılı birer sanatçı ve mimar olan karakterleri, kendi
kendilerine koydukları engellerden dolayı hayatlarının seyrini
değiştiremiyorlar ( “Başarılı sanatçı” ne
lan? Ne bu? Başarılı Mimar! Abi dedik ya böyle insanlar böyle şeyler yaşamak
için önce Ela ve Can olmalı diye, hah sonra da başarılı olmalıdır bunlar. Kendi
kendilerine koydukları engel demiş. E abla başarılı sanatçı olursan engel
koyarsın tabi. Bizim mühendis arkadaşlar da başarılı ama onlar engel koymayı
bilmiyorlar daha. Sorsan herif Bilgisayar Mühendisi ama kendi kendine engel
koymuyor valla. Sevgilisiyle de hiç çıkışsız olmayan nezih bir hayatı var.
Alabi’de falan yemek yiyor yani. Evet Aslı Özge bu Bilgisayar Mühendisi çocuğu
niye anlatmıyosun? Onun çıkışsızlığı seni niye ilgilendirmiyor? Mühendis diye
di mi? Başarılı sanatçı olaydı koşardın peşinden çıkışsız çıkışsız).
Bu
filmde diyalogdan çok kamerayla anlatımı ön plana aldım (Aferin) Hikâye açısından da bir anlatımdan çok karakterlerin iç
dünyasını takip eden bir dramatik yapısı var (Ne diyem Mahmut mu diyem? Aslı Özge ve İç Dünya. İç dünyamızda benim
yorgan duracak ama kamera Ela ve Can’ı takip edecek. Bunların çocukları olsa
var ya, ya Tan derler ya da Durulcan) Filmi izleyenleri bu karı koca
vesilesiyle (Ulen onca çıkışsızlık, onca
kadın lafının ardından “karı” mı diyosun amcamkızı. Uluslararası ilişkilerde
masaya yat emi) kendi kendilerine bile yüksek sesle söylemekten
kaçındıkları, korktukları meselelerle sinema karanlığında karşı karşıya bırakmak
ve rahatsız etmek istedim ( Sen kendin
yeterince rahatsız bir insansın Aslı ve Özge niye film çekerek para harcıyosun
ki? Yaz böyle şeyler biz rahatsız oluruz zaten. Niye çıkışsız mimarlar,
sanatçılar ile uğraşıyon. Kap bi köşe yaz. Bul bi televizyon anlat filmini.
Anlat ama çekme. Hiçbir film anlattığın kadar rahatsız ve komik olmaz merak
etme. Etme Aslı Özge. Aslı Özge. Evliysen kocanın adı da ya Alper ya da
Tunç’tur senin)
Şimdi
sırf kadın diye ve böyle cümleler kurdu diye saldırıyorum sanmayın. Aptallık
kadın ya da erkeğe temellük edilmiş şeyler değildir. Bir margarin bile aptal
olabilir bence. Yine bu derginin bir sonraki sayfasında bir başka kadın
yönetmen olan Lusin Dink gayet güzel, hiç “çıkışsız” “sıkışmış” demeden
bahsetmiş filminden. Bak ona lafımız yok. Var mı? Yok.
2
Bol
Haşhaş Bol Kokain
Böyle
böyle Aslı Özge’lere gül-sinirlenirken Feminist kişilerin yoğunlukta olduğu bir
dergiye denk geldim. “Feminist” dedim ama öyle sanıyorum alakaları yok. O
yüzden gerçekten Feminist olan ve bir şekilde “gerçekten” mücadele eden
kişilerden özür dilerim. Bu Feminist dediğim ablalar ise aslen Kemalist.
Bu
hanımlar işleri güçleri olmadıkları için Tv dizilerine sarmış durumdalar.
Arayan gözlerle bir kadın hikâyesi peşinde koşturuyorlar. Buldukları ilk “kadın
hikâyesi”ni de anında baş tacı ediyorlar. Yeter ki kadın olsun, ona davranan
kötü bir erkek olsun ve kadınımız sosyal açıdan da duyarlı olsun. Koşuyor bu
hanımlar çayırlar boyu koşuyorlar, tutamıyorsunuz anam babam. Baş tacı
ettikleri şeylerin herhangi bir sanatsal ya da estetik başarısı olmaması hiiç
önemli değil. Kadın olsun kadın, mücadele edip şehirli ve başarılı bir kadın
olsun. İlk gözdeleri Türkân idi. Sonra Fatmagül’ün Suçu Ne? oldu (Hatta
“anarşist” Amargi dergisinin
“Fatmagül’ün bir Suçu Yok!” kapağıyla çıktığını hatırlıyorum).
Bu
hanımların son gözdesi ise: Merhamet. Açın izleyin sevgili dostlar. Ben
izledim. Bir kere bu dizi bir kitaptan uyarlanmış: Kahperengi (Çok yaratıcı
hakkat) Kitaba hiç bakmadan yazarına baktık: Hande Altaylı? Yani Fatih
Altaylı’nın eşi. Yeterince açık di mi? Fatih Altaylı abi. Bu hanım da eşi.
Bişey dememe çok gerek yok sanırım.? Yani hayatını Fatih Altaylı ile geçiren birisi yazmış bu kitabı! İşte bu kadar.
Neyse.
Diziye gelelim. Hehe. Abi dizi şu: Bir kızcağız var, zeki bu kız. Lakin babası
ceberut bir herif. Bunu okutmuyor, daha doğrusu okutmak istemiyor. Kız da
babasıyla mücadele ediyor. İşin içinde topçu olmak isteyen bir abi, sonradan
orospu olan bir kızkardeş ve babanın komşu kadınla yaşadığı bir yasak ilişki
var. Yani bildiğin Boynu Bükükler filmi. Tek fark kaybetmiş bir Emrah yerine
çalışkan bir Narin var (Özgü Namal) Ha tabi bir de fakir kızımız Narin’in aşık
olduğu bir zengin piçi var. Klişe doğum haftası etkinlikleri olsa bütün yönleriyle
ortalığı toz duman eder yani bu dizi.
Ama
“kadın kadın işte kadııın” haykırışlı hanımlar hiç sallamadı bu klişeleri.
Basbaya ona buna hava atmak ve zengin sevgilisinden hesap sormak için onun
sosyal statüsüne çıkmak isteyen bir kızcağızı alıp Kadın Kahraman yaptılar
anasını satayım. Hatta dizinin sonunda “Siz de okumak isteyen kızlarımıza
yardımcı olun” şeklinde bir Turkcell reklamı çıkıyor.
Efendim
kısa yoldan söyleyeyim; Bu kadınlar menopoz ya da başka bir şeyden çıldırmış
durumdadırlar. Ve emin olun kızlar kurtulsun falan gibi dertleri yok. Onların
kafalarında bir dünya var işte bu dünyaya uyan bütün kızları sahipleniyorlar.
Allahları var Doğu – Batı ayrımı da yapmıyorlar. Doğu’da da okul olsun diye
uğraşıyorlar. İşte zurnanın şey dediği yer de tam burası. Bütün bu terane
“okul” ve “okumak” etrafında dönüyor. Yani ant içen, bayrak altında çeşitli
şeyler yapan sonra derste nehirlerin hangi denizlere döküldüğünü öğreten bir sistemi
pohpohluyor. Kısacası okula gitmek denen şeyin gerçekten de bir şey ifade
ettiğini zannediyorlar. Kızlar okula gitsin demek yerine o okullarda gerçekten
bir şey olmasını sağlamaya çalışmıyorlar. Zaten bunların çoğusu da öğretmen.
Bütün bunları onlar öğretiyorlar. Kızlara da özellikle Doğu’daki kızlara da hep
öğretmek istiyorlar (Çünkü Doğu’daki kızlar daha başta geri zekalıdır onların gözünde.
Derhal eğitilmeli güzel Türkçe öğrenmelidirler). Okul da istiyorlar. Okul okul
okul, kadın kadın kadın, sonra da Merhamet izliyorlar. İşte bir ülke bu yüzden
batmalıdır. Dibine kadar batmalı.
3
Zaman geçer
Alain Resnais yeni film çekmiş. Vous N’avez
Encore Rien Vu (Henüz Bir Şey Görmediniz). Resnais, öyle sanıyorum 90 yaşında.
Son birkaç filminde yaşının da getirdiği bir yorgunluktan olsa gerek daha küçük
ve teatral filmler yapmaya başladı. Tiyatro – Sinema ilişkisine Godard aşırı
film çektiği dönemlerde bir bakıp çıkmıştı 60’ların başında. (Özellikle Les
Carabiniers ile) Sonra bu işi azıcık Rivette ve tabii ki Resnais sürdürdü.
Resnais nin Hafıza ve Zaman ilişkisine duyduğu ilgi daha çok teatral bir yapıda
karşımıza çıkar (Geçen Yıl Marienbad’da mesela)
Bir başka Resnais fimi olan Providence
ise bu Hafıza – Zaman temalarının en absürd halini getirir gözümüzün önüne.
Film bir anlamda kendi haliyle dalga geçen bir yapıya sahip. Örneğin gayet
ciddi bir sahnede Dirk Bogarde eşinin bir müvekkili ile kendisini aldattığını
öğreniyor. Tam bu sırada filmin anlatıcısı olan babası bir başka konudan
bahsedip oğluyla dalga geçmeye başlıyor. Filmde olup biten her şeyle hasta
yatağından alay ediyor. Dirk Bogarde ve onu boynuzlayan eşi nezih hayatlarını
sürdürürken kadının yasak aşk yaşadığı adam da gelip eve yerleşiyor ve bir
koltukta oturmaya başlıyor. Sürekli gelişen olaylar ve bu olaylarla sürekli
alay eden bir ihtiyar. İşte böyle bir film Providence. İşte böyle bir adam
Alain Resnais.
Hafıza – Zaman ilişkisi ise Resnais’nin
bütün bir Sinema hayatı boyunca uğraştığı bir problem olmasına rağmen Sinema,
edebiyat kadar bu alanlara sızamadı. Çünkü Sinema’nın erişmesi gereken yerler
sözcüklerin gazabına uğramıştı. Söylenebilen ama gösterilemeyen şeyler vardı
ortada. Bu yüzden Resnais de göstermek yerine hep sezdirmeyi tercih etti. Zaman
da Hafıza da işte şöyle diyip gösterebileceğiniz şeyler değildir. Ya
söylenebilir ya da sezdirilebilir şeylerdir. Ve sanırım bunu yine en iyi
anlayan Godard idi. O yüzden bu konulara daha çok sözle girdi.
Godard’ın Aşka Övgü (L’eloge de
l’amour) filminde okunan bir şiir parçasını hatırlayalım “ Zaman geçer,
kımıldama, geriye insanlar kalacak”
2 yorum:
http://www.imdb.com/video/withoutabox/vi2095908377?ref_=tt_pv_vi_1
bu film tonla ödül almış, sıkışmışlar mı bilmiyorum, izlemedim, çünkü trailer izleme dedi. yönetmen değilim, oyuncu değilim, profesyonel değilim, belki haddimi aşıyorum ama bu kadar kötü oyunculuğa tahammül edemiyorum, en azından bir seyirci olarak. filmi doğal yapmamış, üzgünüm. keşke yapsa. tam bir felaket. adam gibi metni ezberlemeden sahneye çıkmış tiyatrocuların suflöre abanması durumu hissi yaratıyor. bir prova hissi bile vermeyecek kadar kötü. keşke bir de metinleri ellerine alsalarmış en azından dürüst olurmuş.
şimdi bu film bunca ödülü nasıl aldı? muhtemelen ikinci kısımda bahsettiğin şeylerden dolayı. bu filmi nuri bilge ceylan çekse, haydi abartmayalım bir erkek yönetmen çekse, bu kadar ödül alır mıydı, sanmıyorum. ya da türk sineması o kadar film çıkaramıyor o kadar film çıkaramıyor ki bu çıkmazda ve sıkışmışlıkta jürinin yapacağı bir şey kalmıyor da olabilir. sen benden iyi bilirsin.
mezuniyetini tebrik eder hayatının geri kalanında beyaz t-shirtündeki çay lekesi gibi durup duracak askerlikti iş bulmaydı gibi pek çok kentli olan zengin kadının başına hiç mi hiç gelmeyecek bu sebepten de hiç filmi çekilemeyecek problemlerin ve bir o kadar da boş vaktin için kutlarım. sanatsa sanat, komediyse komedi, dramsa dram. ya.
sevgi saygı selamet küçüklerin gözleri ve büyüklerin elleriyle.
Pınar.
sağolasın pınar.
Yorum Gönder