İkinci
sezonun altıncı bölümünü yani “Boys”u izliyoruz.
Rük: Bence Girls’ün en iyi bölümü bu. Bir kere en
başta çok iyi yazılmış. Lena Dunham senaryoyu Murray Miller’a bırakmış bu
bölümde. Net bir olaya şahit olmuyoruz.
Hannah’nın e kitap olayı var ama asıl odağımız Adam ve Ray bu bölümde. Onların
ufak yolculuğunu izlerken o büyük yolculuk büyük uyanışlar saçmalığının da
yalan olduğunu fark ediyoruz. İnsan bir vapura binip kentin öteki tarafına
geçerken de müthiş bir değişim ya da uyanış yaşayabilir. Burada tabi bir uyanış
falan değil ama bir fark ediş durumuna şahit oluyoruz.
Biraz
şey var burada. Biraz. Hani tamam kızlar böyle de erkekler de çok iyi durumda
değil. Fakat olup bitenler benim kurduğum cümle kadar basit değil. Ray’in
bölümün sonunda Manhattan siluetine bakarak köpekle dertleşmesi ve sonunda
ağlaması Girls’ün bölüm sonlarında yarattığı kederli durumların iyi
örneklerinden biri.
Salinger’ın öykülerinde de “ E ne oldu şimdi” tarzında
sonlar vardır ya hani. (Mesela Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar’ın sonu ya da Teknede
adlı öyküsü) Lena Dunham’ın yazarlığında da biraz o var. Yine 2. Sezonun
beşinci bölümünün sonunda da, yaklaşık 3 dakikalık diyalogsuz bölümün ardından
Hannah’yı misafir olduğu evin çöplerini konteynıra atıp kendi yoluna doğru
yürürken bırakırız. Ve bu duruma en son ve en güzel örnek ise bir başka ikinci
sezon bölümünün sonunda Hannah’nın küvette Wonderwall’ı söylemesidir. Jenna’nın
bütün depresifliğine rağmen küvette olanlar komiktir. Her şey kapanışta tekrar
Wonderwall çalsın diye ayarlanmış gibidir. Ve bizler beklentilerimizin haklı
çıkmasına volümü biraz artırarak seviniriz.
Adam
ve Ray dizideki ender erkek karakterler olmalarına rağmen gayet iyi yazılmış,
derinliğine nüfuz edilmiş durumda çıkıyorlar karşımıza. Tabi bunlar bölümler
ilerledikçe yerli yerine oturuyor. Adam’ın ilk sezonun başındaki haliyle
sezonun sonundaki hali arasında olağanüstü bireysel değişimler var. Yeterince
bakarsanız herkeste sevilecek bir şeyler bulunur. Girls de biraz bu. Mutlu olmak
isteyen ve bir taraftan da büyümesi gereken karakterler var hep karşımızda.
Kurduğum bu cümleye en çok yakışan isim de Ray aslında. Boys bölümünde Adam ile
yaptıkları ufak yolculukta bütün gerçekler yüzüne çarpıyor. 33 yaşındadır ve
hâlâ ne istediğini tam olarak bilmemektedir. Adam’ın söylediği gibi daha
iyisini bulamadığı için şu andaki sevgilisiyle beraberdir. Böyle bir dünyada
mutlu olmak isteyen ve bunun için pek çaba sarf etmeyen bir karakter Ray, tıpkı
diğer kızlar gibi. Mutlu olmayı
istemenin cinsiyetle pek bir ilgisi yoktur. Mutluluğa nasıl sahip olunacağını
bilmemek cinsiyetlerin ortak kaderidir sadece. Girls en azından bu bölümde
olayların kız erkek fark etmez pek de bir yere varmadığını gösteriyor bize.
İkinci sezonun 5. Bölümünde Hannah’nın “ideal erkeği” bulması bile mutlu
olmasına yetmez. Çünkü ortada o herifi kaybettiğinde üzüleceği bir çaba yoktur.
Mutluluk en azından, bir şekilde, hak edilmesi gereken bir şeydir. Ya da
değildir. Bilemem.
Uğur E:
Adam birinci sezonda gördük ki duygusal durumları uçlarda yaşayan bir karakter.
Yazdığı ve oynamaya çalıştığı tiyatro oyununda az da olsa bahsettiği yarı
trajik çocukluğu onun duygusal reaksiyonlarının aşırılığına bir sebep olabilir.
Ama durum tabii ki bu kadar basit değil.
Rük: Senin bisikletin var
mıydı lan?
Uğur E:
Vardı tabi canım. İyi sürerim ben. Yazlıkta falan sürerdim mesela. Denizli’yi
de karış karış sürmüştüm zamanında.
Rük:
Bizim mahallede topluca bisikletler çalınmıştı. Bu çalınan bisikletler içinden
daha sonra benimki bulundu. Büyük ihtimalle vitessiz dandik bir şey olduğu için
bir parka terk etmişlerdi canım bisikleti. Bir daha da bisikletim olmadı.
Uğur E: Evet
bundan hüzünlü bir Girls sekansı çıkar gerçekten.
Rük: Ben
de öyle düşünmüştüm. Ama şey de var, bazen, bıraktığın ya da unuttuğun bir şey
geri gelir. Benim bisikletin geri gelmesi gibi. Hannah’nın da eski obsesif
bozuklukları geri geliyor mesela. Bir şeyler her zaman zannettiğin şeyler
olmayabilir. Önünde bir kaza olur ve paramparça olmuş beş tane insanı izlemek
durumunda kalırsın mesela. Ama işte bu bir travma olmaz senin için ama geri gelen
bisiklet travma olabilir. Benim bildiğim kadarıyla bu işleri yani bu ufak tefek
işleri fark eden en önemli insan Salinger idi. Adını çok sık anmak sıkıcı
olabilir ama durum böyle ne yapalım. Girls’de az da olsa var bu dediğim şey.
Yani küçük şeyler. Ama tuhaf şekilde Lena Dunham’ın değil de Murray Miller’ın
yazdığı bir bölümde tam olarak rastlıyoruz bu bahsettiğim şeye. Hakkını verelim
Hannah’nın şu “Bir Adamın Çöpleri” bölümünde Joshua ile yaptığı “mutlu olmak
istiyorum” sohbeti de çok iyi yazılmıştı. Ama bu Murray Miller denen adam
abandone etti bizi. Belki de ben abartıyorum belli olmaz.
Uğur E: 2. Sezonun 7. Bölümü de benzer bir durumda
aslında. O bölüm de gayet iyi yazılmış. Senaryosunu da yapımcı Bruce Eric
Kaplan yazmış. Bildiğin yapımcılar arasından şahane senaristler çıkartmış dizi.
Bizde böyle bir şey yoktur mesela. Kerem Çatay senaryo yazmaz. Ya da Türker
İnanoğlu falan. Yazmasınlar da zaten. Ama dizinin gelişimi belki de kendi
içinden yazarlar çıkarmış olabilir. O yüzden bu noktada Lena Dunham’ın hakkını
vermeliyiz. Yarattığı, yazdığı, yapımcısı olduğu, yönettiği ve oynadığı ilk 4-5
bölümün ardından kapılarını açtı. İlk 4-5 bölüm onun elinden çıkmasa diğerlerinin
yaratıcılığı da sınırlı kalabilirdi. Ne bileyim Lena Dunham’a bakıp “Vay
anasını dur lan ben de yazayım” demiş olabilirler.
Rük:
Hemm, olabilir tabi. Zaten Adam’ın alâmetifarikası da diğer senaristler devreye
girince ortaya çıkıyor mesela. Onun aslında hiç de öyle basit, sırf güldürsün
diye oraya konmuş bir karakter olmadığını anladık. Hatta dizinin en “karakter”
karakteri olduğunu fark ettik. Bu Boys bölümü mesela onun gizli muhteşemliği
sayesinde bu kadar iyi bir hale geliyor.
Uğur E
Ben de bu vesileyle ilk yazımızdaki “Bu Adam ne ya marjinal falan” şeklinde
yaptığım mesnetsiz iddiaları geri alıyorum.
Rük:
Evet o söylediklerin şık değildi gerçekten.
İkinci Bölümün Sonu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder