Uyarlama
Sanatın Ekmeği
Ressam,
yazar ya da şairlerin hayatlarını film yapmak çoğu zaman sıkıcıdır. Çünkü
yaptığınız şey -genelde- o insanın başından geçenleri sine-hikâyeleştirme
çabasıdır. Bu çabada ön plana çıkan şey, hakkında film yapılan sanatçının
sinema üzerinden yeniden yüceltilmesi ya da sadece, basit şekilde, neredeyse
eğitim amaçlı olarak, hayatının anlatılmasıdır.
Burada
unutulan nokta ise sinemanın da bir sanat olduğu gerçeğidir. Bir yönetmen
sinematografi oluşturma gerekliliğini bir kenara bırakıp, sinemayı araçsal bir
hale getirdiği takdirde sinemadan ziyade uyarlama sanat yapmış olur. Ressam ya
da edebiyatçıların hayatlarını anlatma görevi sinemacıdan çok biyografi
yazarının meselesidir. Bu biyografiyi sinema üzerinden oluşturmak
kolaylaştırıcıdan başka bir şey değildir. Bir yazarın hayatını anlatan
biyografi kitabından önce bu konuda yapılmış bir film aranıyorsa, bunun sebebi
sinematograf olmayı başaramamış yönetmenlerin kolaycılığıdır.
Öpmek
Caravaggio’yu Derek ile Öpmek
Derek
Jarman uyarlama sanattan kaçınan bir yönetmen. Onun “biyografik” filmleri
yukarıda bahsettiğimiz kolaycılığa kaçmaz. Mesela Caravaggio hakkında bir film
yaparken onun hayatını anlatmak yerine onun hayatından yola çıkmayı tercih eder.
Bu tercihin sebebi ise Caravaggio’nun resmine yaklaşmak. Derek Jarman elindeki
bir başka sanat olan sinemayla yani kendi eylem düzeneğiyle Caravaggio’ya
yaklaşıp onu öpmeyi yani anlatmayı deniyor. Neredeyse bütün sahneleri
Caravaggio’nun sahnelerine benzeterek kuruyor. Aynı ışığı yakalamaya çalışıyor,
Caravaggio’nun 400 yıl önceki modelleriyle kendi modellerini (oyuncularını)
birbirine yaklaştırıyor ve ortak bir zeminde özdeşleşmesini sağlıyor. Ortak
zemin ise Sinema ve Resim arasında bir farkın kalmadığı içkin bir alanı mesken
tutuyor.
![]() |
Orijinal Caravaggio (Konser-1595) |
![]() |
Derek Jarman, Caravaggio 1986 |
Caravaggio’nun
Medeni Hali Bekârdır
Caravaggio
kendi resminden neşet eden “Tenebrizm” akımının öncüsüdür. Tabii ki Caravaggio
yaşarken böyle bir akım başlatıp onun öncüsü olmamıştır. Sanat Tarihçileri Caravaggio’dan
sonra, onun gibi, ışık kullanımını resmin en önemli meselesi haline getiren ve
somut şiddeti olabildiğince gerçekçi yansıtan resimleri “Tenebrizm” akımının
bir parçası olarak adlandırmıştır. (Tenebrizm akımının diğer adı da
“Caravaggioculuk” gibi bir şey zaten)
Caravaggio
(Asıl ismi: Michelangelo Merisi’dir) ne
zaman öldüğü ve nasıl öldüğü kesin olarak bilinen bir ressam değil. Hayatı
hakkında da kesin olarak bildiğimiz şeyler sınırlı. Bildiklerimiz arasında, memleketi
Milano’da bir memuru yaraladığı, bu olayın ardından Roma’ya kaçtığı; fakat
Roma’da yine bir kavgaya karışıp yanlışlıkla genç bir adamı öldürdüğü, bu
olayın ardından ise Napoli’ye, oradan da Malta’ya kaçtığı ama Malta’da da rahat
durmayıp bir şövalyeyi yaraladığı için zindana atıldığı ve Malta Şövalyeleri
tarikatinden kovulduğu gibi bilgiler var. Bu bilgiler ışığında Caravaggio’nun
resmine yansıyan şiddetin kendi yaşam tarzına da bire bir uyduğu gibi bir
çıkarım yapabiliriz. Yeterince “rahatsız” bir karakter olan Caravaggio böyle
bakıldığında tam da filmi yapılacak ya da belgeseli çekilecek bir sanatçı
özellikleri barındırıyor. Ama bu filmler ya da belgeseller içinde bu maceralı
hayatın ekmeğini yemeye kalkışmayan, Caravaggio’nun hayatın da sanatını da bir
başka sanat eserine dönüştürebilen tek adam Derek Jarman’dır.
İlahi
Derek, Ölme Emi
Derek
Jarman “Caravaggio” (1986) adlı filminde, Caravaggio’nun bütün hayatını
kesitler halinde karşımıza getiriyor. Film içinde Caravaggio’nun resme nasıl
başladığını da, klise ile yaşadığı gerginlikleri de, zor şartlar altında
geçirdiği ömrünün son günlerini de kesitler halinde anlatıyor. Fakat Derek
Jarman tek tek bu meselelere girmek yerine 3-5 dakikalığına bu meselelere
değinip geçiyor. Zaten filmde de kronolojik bir durum yok. Bir sahnede ölüm
döşeğinde gördüğümüz Caravaggio’yu bir sonraki sahnede gençliğinde yaptığı ilk
resimlerin düşünce aşamasındayken görebiliyoruz. Film bu haliyle dağınık bir
yapıya sahip olabilirdi. Ama Jarman ipleri elden bırakmayıp homojen bir yapı
kurmak için tek bir dramatik yapı ouşturuyor. Bu dramatik yapının temeline ise
Caravaggio’nun modelleriyle kurduğu ilişkileri koyuyor. Bu ilişkiler bazen
Caravaggio’nun güç odağı olduğu, bazen de çok güçsüz bir konumda kaldığı
durumlarla filme yansıyor. Her modeliyle yakından ilgilenen Caravaggio bir
taraftan onlara hayran olurken bir taraftan da modellerini aşağılamayı ihmal
etmiyor. (Caravaggio’nun dengesizliği için bkz: “Caravaggio’nun medeni hali
bekârdır” )
Tilda
Swinton’la Ciddi Düşünmek
Caravaggio’nun
modelleri içinde en çok ön plana çıkan ise ünlü Bakire Meryem tablosunun
modelliğini yapan Lena (Tilda Swinton) oluyor. Caravaggio bu tabloyu yaptığında
bir infial yaşanıyor zira Caravaggio’nun Bakire Meryem tablosunda model olarak
kullandığı kadının zamanının en önemli fahişelerinden biri olduğu ortaya
çıkıyor. Bu nedenle de Caravaggio kliseden bir kere daha kovulup hayatının son
günlerine yaklaşıyor.
Filmde
bu fahişeyi Tilda Swinton canlandırıyor. Fakat Jarman filmde Lena’yı bir fahişe
gibi sunmak yerine Caravaggio’nun da âşık olduğu ve en sonunda bir kıskançlık
cinayetine kurban giden bir kadın olarak sunuyor.
Ama
bence asıl infial Tilda Swinton ile çıkmalı. Asıl onu yakmalı. Derek Jarman
Caravaggio’ya yaklaşayım derken yanlışlıkla onu aşıyor sanki. Bunun nedeni de
Muhteşem Swinton. Tilda filmde göründüğü her sahnede her an biraz daha büyüyor.
Bir resim modeli olarak da bir sinema sembolü olarak da 80’li yıllara “Al ulan
al işte” diyerek damga vuruyor.
Derek
canım Jarman yavaş yavaş gösterdiği her Swinton’lı sahnede adeta onu kutsuyor.
Bunun bir benzerini sadece Godard, Vivre Sa Vie filminde Anna Karina’ya
yapmıştı. Ama Godard Karina’ya zaten aşıktı. Bu yüzden bu “yüceltme” normal
karşılanabilir. Ama Jarman bildiğim kadarıyla Tilda’ya aşık değildi (Eşcinseldir
Derek Jarman. Ha yine de aşık olmuş olabilir cinsiyet falan yalan da,
zannetmiyorum işte).
![]() |
Tilda Swinton, Bakire Meryem |
![]() |
Bakire Meryem, Caravaggio |
Biliyor
musun Kollarım Yokmuş ya da Dedem, Caravaggio ve Ben
Caravaggio,
Avangard Sanat şu bu derken epeyi eskimiş, yaptığı resim de nostaljikleşmiştir.
Resimleri Pop ürünler olarak pazarlanmaktadır. Ha 400 yıl önce ölmüş, ne suçu
var adamın diyeceksin belki, sen de haklısın. Ama olan budur, elinde
dondurmayla gezen bebeler bile “Evet ya, Caravaggio” der ve onu beğenir.
Beğenilmesi kolay bir resimdir Caravaggio resmi. Ama işte yenidir de. O yüzden
de 400 yıl sonra kısmen “yılışık” bir sevgiyle de olsa sevilmektedir. Ame Derek
Jarman’ın Caravaggio’su bir anlamda ressamın da şansıdır. Çünkü ona yaklaşmanın
en güzel biçimini bulmuş ve bir anlamda Caravaggio’yu güncellemiştir Jarman.
En
çok kolları severmiş Caravaggio. Bunu ben söylüyorum. Kollar hep fazlalık
gibidir Caravaggio’nun resminde. O yüzden kolları hep bir yere doğru güçsüzce
uzanmış ya da ölmüş bir insanın kolları olarak resmeder. Caravaggio’nun sevdiği
kollar varmış. Ama benim kollarım yokmuş. Dedem Caravaggio ve ben. Jarman
Aids’ten, Caravaggio ise Sıtma ya da frengiden ölmüş. Bir hastalık gelmiş yani.
Hastalık. Ben de hastalığımı keşfettim sonunda: Kollarım yokmuş. O yüzden
sarılmıyorum. Bulaşır bunlar. Bana sarıldığın için bağışla Derek. Sen de
bağışla kadın, Tilda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder