Şöyle
bir söz var “Rusya’da zaman yavaş akar.” Bunu Rusya’ya gitmesek de Rus
filmlerinden az çok anlayabiliriz. İşte Tarkovski olsun Sokurov olsun zaman ile
tuhaf ilişkiler kurmuş hatta bazen onu ortadan kaldırmış yönetmenlerdir. Ama
bugün bahsedeceğim film biraz daha farklı, biraz daha uç bir noktada duruyor.
Film,
sevgili dostlar 1992 yapımı Papa Umer Ded Moroz (Babacığım Noel Baba Öldü). Filmi
izledikten sonra kendi kendime şöyle bir cümle kurdum: Rusluk çok zor lan.
Hakkaten öyle. Bir kere karşımızdaki film, öyle geç karşısına güzel güzel izle,
zaman geçsin filmi değil. Hatta bilakis bir türlü geçmeyen ve içinde
anlaşılabilir hiçbir şey olmayan bir film. Konusunu sorsanız derim ki, bir
bilim adamı var, bir sebepten kır farelerini araştırmak için taşradaki bir
kasabaya, kuzeninin yanına gidiyor ve orada bir takım tuhaf şeyler yaşıyor.
Ama
bu tuhaf şeyler de öyle Amerikan filmlerindeki gibi tuhaf şeyler değil. Kendi
aralarında güreşen adamlar mı dersin, erkek erkeğe yıkanan ve birbirini elleye
adamlar mı dersin, büyükbaba torun arasındaki “öpme” üzerinden şekillenen
ilişkiler mi dersin, bir sürü şey var. Hah, ama bir de şöyle bir şey var ki bu
dediklerim aslında filmde “olmuyor.” Çünkü filmin büyük bölümü sessiz
bakışmalar, uyku ve uyanıklıklardan oluşuyor. Filmin grenli-anti estetik
görüntüleri de sizi yordukça yoruyor.
Peki
ben yine de bu filmin neden başyapıt olduğunu düşünüyorum? Çünkü, sevgili
dostlar bu film sinema-zaman ilişkisi özelinde çok eşsiz bir yerde duruyor.
Filmde zamanın sunuluşu alışılagelmiş “geçen” bir şey olarak değil durağan bir
şey olarak karşımıza geliyor. Filmin yavaşlığı bir yerden sonra başka bir zaman
tanımına dönüşüyor. Geçip giden bir zaman yerine, neredeyse duran ve bir
hareket arz etmeyen bir zaman kavramı ortaya çıkıyor. Bu genel izleyicide
“sıkıcı” film algısını yaratan şeydir. Ama minimalist bir şeyden de
bahsetmiyorum. Çünkü minimalist sinemada zamanın saflığına ulaşma arzusu
vardır. Ama karşımızdaki filmde bizatihi zamanı yeniden konumlandıran,
değiştiren ve nihayetinde durduran bir durum söz konusu. Filmin “akışı”,
dramatik yapı itibariyle Beckett’i, aksiyonu itibariyle de Kafka’yı
hatırlatıyor. Aslında filmde gerçekten de bir şey olmuyor, zaman mefhumu da o
yüzden tuhaflaşıyor.
Şimdi
bu Rusya dediğimiz ülke öyle diğer ülkelere benzemez. Çünkü Rusya dediğimiz şey
aslen bir boşluktur. Coğrafi açıdan yerleşim yerlerinin oluşturduğu alan yüz
ölçümünün sadece %16’lık kesimini kapsar. Geriye kalan %84 tamamen çorak
araziler, ormanlar, buz denizleri ve sürekli kar yağan bazı dağlar, ovalardır.
İnsan denen şey bu büyüklük içinde hiçbir önemli noktayı teşkil etmez. İşte bu
yüzden Rusya’da dünya bildiğimiz dünya değildir. O koskoca boşlukta zamanın
akışı da ne Avrupa ne Amerika ne de başka bir yerdeki gibi olmaz. Soğuk ve boş,
Rusya budur. İşte bunu bir bilim-kurgu formatında da olsa bütün gerçekliğiyle
ortaya koyan az sayıdaki eserden biri de Papa Umer Ded Moroz’dur.
Filmin
alt metnine baktığımızda elbette Sovyet sonrası ortada kalan bir sürü
kimyasalın yarattığı tedirginliği bulabiliriz. Film içinde diyalog namına bir
şey olmadığı için, sözlü olarak duyduğumuz yegane şeylerden biri, bir radyodan
yapılan köstebek uyarısı oluyor. Köstebeklerin tarım alanlarını yok ettiği ve
onlara karşı üretilen bir kimyasalın bitkilere değilse de insanlara karşı
zararlı olduğu falan söyleniyor. Biz de böylece bütün o tuhaf davranışların
sebebinin belki de o kimyasal olduğu çıkarımını yapabiliyoruz. Fakat işin siyasi
boyutu bir tarafa, filmi saran endişenin
Kafka’yı hatırlatan kasveti, geçmeyen zamanın da, sona eren hareketin de alâmetifarikasına
dönüşüyor.

Filme
dönecek olursak, film Rusya’da gösterime girdi mi onu bilmiyorum. Hatta bu
filmi toplamda 40 kişiden fazla insan izlemiş midir onu da bilmiyorum. Ben
filmi bir tesadüf eseri bulduğum için yönetmen şu bu hakkında da çok bir şey
bilmiyorum. Sadece gece 2 sularında “Ben bu filmi ne diye indirmişim acaba”
diye açınca tanık oldum filme. Aslında şöyle oldu, tam yatmak için
hazırlanıyordum ki, şöyle karanlık, abuk sabuk bir filmle kendime çeşitli kötülükler
edeyim diye film klasörüne baktım ve anında bu filmi buldum. ışığı kapatıp
izleyince de amaçladığım şeye ulaştım. Film bittiğinde saat 3:30 olmuştu ve
kendi kendime ikinci bir cümle kurarak “Ben niye böyle şeyler yapıyom lan”
dedim. Ama bütün bunlar, dediğim gibi filmin çok iyi olmasını engellemiyor. Siz
de gece sularında, ışıkları kapatıp izlerseniz, hayatı ve zamanı
sorgulayabilir, kendi kendinize “Bu dünya yani şimdi..” gibi şeyler
söyleyebilirsiniz. Ya da hiç izlemezsiniz. İşte bu çok daha ilginç bir dünya
olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder