Bir B film nasıl seçilirken Russ
Meyer isminden geçilirse, Russ Meyer’in adındaki iki “e” harfinin varlığının
önemine değinmeden de geçilir. Filmlerinin her yerine “+3” puan ekletecek bu duayenin
bir türe (istismar sineması) katkısı, o türün sadece büyük memeli kadınlardan
ibaret olduğu algısına ket vuracak cinstendir. Fakat nice Russ Meyer filmi
layık olmadığı şekillerce harcanıp, bu da yetmezmiş gibi yapayanlış
algılanmıştır. Ucuzlukla itham edilip ucuz eleştirilere maruz kalmıştır.
Yazıktır.
Beyond the Valley of the Dolls
(imdb kaydı 1970’i işaret ediyor) adındaki filminin bu konudaki akıbetini
hiç bilmesem ve merak etmesem de diğer Russ Meyer filmlerinin başına gelenlerin
onun da başına geldiğini seziyorum. Herkesin ortak kanısına göre, Meyer bu kez
de, Hollywood’un “çirkin” ve “gerçek” yüzünü göstermeyi hedeflemiş, bir rock’n
roll grubunun şöhret basamaklarını tırmanırken girdikleri ortamların “leş”liğini,
yaşadıkları değişimi anlatıp, o “karanlık” taraflara eğilmeyi düşünmüş. Fakat
işin aslı öyle değil. Kanımca, nüfus müdürlüğüne göre adı Russ Meyer olan o
adam, o kadar da yüzeysel ve sığ eleştiri yapan, dümdüz, Birol Güven ruhlu bir
adam değil. Bambaşka şeyler var Los Angeleslarda.
Öncelikle filmin görünen yüzü,
olayların mekanı Los Angeles’a bakalım. Ya da vazgeçtim, bakmayalım. Pek bir
şey yok çünkü orada.
Üç kadından oluşan müzik grubu ve
grubun menajeri -ki aynı zamanda grubun solistinin (Kelly) sevgilisi- olan Harris,
Los Angeles’a gidip başarıdan başarıya koşmaya ve Kelly’nin uzun yıllardır
görmediği teyzesini bulmaya karar verirler. Şansa bakın ki, Kelly’nin teyzesi
aynı zamanda Hollywood’da çalışan bir reklamcı/dekoratördür. Onlara aradıkları
ortamı, gerekli olan bağlantıları verir ve onları ünlü bir yetenek avcısının
partisine götürür. Ondan sonra da grup bekledikleri patlamayı yapar ve genç
kadınlarımız “yozlaşmış” diye nitelendirmemiz için gözümüze gözümüze sokulan marjinal
ortamların müdavimleri ve değişmez elemanları olur. Uçtalıklarına uçtalık
katarlar. Fakat tüm bunlar olurken menajer Harris bir anda kendini grubun
dışında bulur. Tıpkı mütedeyyin kesime hitap eden televizyon kanallarında
yayınlanan benim o çok sevdiğim dizilerdeki gibi, karakterlerimizin başlarına
kötü şeyler gelir, fakat filmin sonlarına doğru da herkes doğru yola döner.
Hatta hepsi de hippi olmaktan vazgeçip evlenmeye karar verir.
Filmin yüzeyinde olaylar böyle
akarken aslında orada çok başka şeyler olmaktadır. Hatta hınzır Russ Meyer
filmine “Freud”un adını da yerleştirerek, filme o açıdan bakmaya çalışanları da
yanlış yöne sevk etmektedir, adeta onlarla dalga geçmektedir. İşin en ilginç
tarafı ise benim bu numaraları yutmayan hiç kimseye rastlamamış olmam.
Şimdi dördüncü paragrafı bir de
böyle ele alalım:
Üç kadından oluşan müzik grubu
ve grubun menajeri -ki aynı zamanda grubun solistinin (Kelly) sevgilisi- olan
Harris, Los Angeles’a gidip başarıdan başarıya koşmaya ve Kelly’nin uzun
yıllardır görmediği teyzesini bulmaya karar verirler. Üç kadın demiştik:
gitarist Casey, solist Kelly ve Afro-Amerikan (neden bunu belirttiğimi ileride
açıklayacağım) baterist Patronella. Kelly ve Harris arasındaki ilişkiye imrenen
ve aslında Harris’ten hoşlanan Casey, Kelly’yle aralarındaki ilişkiye binaen
(karşılıklı saygı ve sevgi) bu durumu dışavurmaz. Hatta Harris’e duyduğu
hisleri gizlemek için lezbiyen eğilimler gösterir, içinde yaşattığı o aşka
kendisini yabancılaştırmaya çalışır. Lezbiyenlikle Harris’e olan saplantılı aşkını
kendisinden dışarı atmayı, onu reddetmeyi dener. Tabi Russ Meyer bize bu
hikayeyi böyle anlatmaz. Onu doğrudan imajlarla vermez. Aksine bu olayları
imajların arasına yerleştirerek tüm o Vertovcu yanını bize sezdirmeye çalışır.
Casey’nin Harris’e olan saplantılı aşkını film boyunca imajlar arasında
“biriktirir.”
Şansa bakın ki, Kelly’nin
teyzesi aynı zamanda Hollywood’da çalışan bir reklamcı/dekoratördür. Onlara
aradıkları ortamı, gerekli olan bağlantıları verir ve onları ünlü bir yetenek
avcısının partisine götürür. Harris ise bu yetenek avcısını Kelly’nin
etrafında gördüğünde Kelly’yi ondan kıskanır gibi görünür, toplumsal cinsiyet
rollerinden en uygun olanına bürünmüş bir halde, duruma uygun tepkiler verir.
Fakat aslında bastırılmış bir eşcinselliğin mağduru olan Harris’in verdiği
tepkiler, kendisinin bile kabullenmek istemediği eşcinsel arzularından
kaynaklanmaktadır. Yetenek avcısı ile Harris arasına konumlanmış olan Kelly üzerinden,
kendisine “yasak” görünen bu eşcinsel dürtülerinin suçluluğunu yaşamaktadır
Harris. Yetenek avcısı ile sürekli cinsel bir gerilim içerisindedir, onu
arzulamaktadır. Ve arzularını inkar edip, kendine heteroseksüel olduğunu
kanıtlamak için partide ona asılan porno yıldızı bir kadınla birlikte olmayı
kabul eder. Beraberce geçirdikleri birkaç gecenin ardından kadının ona, yatakta
iyi olmadığını, söylemesi üzerine yine korkuya kapılan Harris, Kelly’nin de
kendisini terk etmesi nedeniyle, Casey’nin yanına gider.
Casey ise, tüm Amerikalı
eleştirmenlere göre, Hollywood’un şaşalı partilerinden hoşlanmadığı için evinde
kalmayı tercih etmektedir. Fakat biz biliriz ki, Casey kendisini bu zorunlu
tehcire Harris yüzünden itmiştir. Bilinçdışındaki Harris korkusu ve aynı
zamanda ilgisi, onunla aynı ortamda bulunmayı bile ona zor kıldığı için evinde
kalıp kendisini alkol ve uyuşturucularla teselli etmekte, kadınlarla
sevişmektedir. Harris’in onun yanına gelmesi Casey’i sevindirmiştir. Beraberce
votka içip dertleşmeye başlamışlardır. Fakat Harris’in heteroseksüelliğini yine
kendisine kanıtlaması gerekmektedir. Olaylar da her iki tarafın amaçlarına
uygun şekilde gelişir. O gece birlikte olurlar. Fakat sabahleyin uyandıklarında
Casey’nin aklına gelen ilk şey yine Kelly olur. O yüzden Harris’le yaşadıkları
bu ilişkiyi kabul edilemez bulur. Ve Harris’i kendisine zorla sahip olduğunu
iddia ederek evden kovar. Bu saplantılı aşkını sıradan bir zemine oturtmak
istemez. Bu durumdan yine kaçar.
Onlara aradıkları ortamı,
gerekli olan bağlantıları verir ve onları ünlü bir yetenek avcısının partisine
götürür. Ondan sonra da grup bekledikleri patlamayı yapar ve genç kadınlarımız
“yozlaşmış” diye nitelendirmemiz için gözümüze gözümüze sokulan marjinal
ortamların müdavimleri ve değişmez elemanları olur. Uçtalıklarına uçtalık
katarlar. Fakat tüm bunlar olurken menajer Harris bir anda kendini grubun
dışında bulur. Sonra da kendisini yüksekçe bir yerden atar. Bu atlayışın
sebebi, Kelly’ye duyduğu aşk, grup dinamiklerine olan inancın sarsılması gibi
görünse de, asıl sebep heteroseksüel olmadığını fark etmesidir. Atlayışın
ardından belden aşağısı felç olur. Böylece kendisini cezalandırmış olur. Eşcinselliğinden
felç olduğu süre boyunca kaçabilecek, o arzusunu baskılayabilecektir.
Casey ise Harris ile birlikte
olduğu geceden hamile kaldığını fark eder. Harris’in bebeğini taşımak onu içten
içe mutlu etmekte ve bu bebeği doğurmak istemektedir. Saplantılı aşkının
ürününe sahip çıkma amacındadır. Bunu rasyonel bir zemine oturtmak için de
Kelly’ye, Harris’in felç olduğu için artık bebek sahibi olma ihtimalinin
olmadığını, bunun onun son şansı olduğunu söyler.
Bu kötü olay, grubu Harris
etrafında yeniden bir araya getirmiştir tabi. Hemen hemen tüm üyeleri içinde
bulundukları bu Hollywood “bataklık”ından rahatsızlık duymakta ama tam olarak
ona karşı tepki geliştirememektedir. Russ Meyer bu başkaldırının
gerçekleşmesini yine cinsel bir gerilim anına yapıştırarak, filmi oturtmaya
çalıştığı zemini güçlendirmektedir.
Bir gece Casey ve o sıralar
birlikte olduğu kadın (-ki bu kadın feminizmi tamamen yanlış anlayıp olayı
erkek düşmanlığına vardırmıştır-) ve zengin avcısı bir jigolo, grubu keşfeden
yetenek avcısının evine özel bir davete giderler. Bu davet bir noktadan sonra
cinsel bir oyuna dönüşür ve filmin başından beri resmedilen “Hollywood
yaşantısının oyundan ibaret olduğu (bir sürü oyun oynayan insan)” iyice somut
bir temsile vardırılır. Böylelikle Homo Ludens’e de göz kırpılmış olur. Neyse.
Casey ve kadın beraber olurlar. Yetenek avcısı adam da evine davet ettiği
jigoloyla birlikte olmak ister ama jigolo tarafından defalarca reddedilir. Ve
bu tatmin olamama halinin yol açtığı çıldırışla jigoloyu öldürür. Hem de oldukça
fallik bir objeyle: kılıç. Ardından tabancasını alarak, o gece tatmin olmayı
başarabilmiş Casey ve kadına yönelir. Çünkü onun tatminsizliğinin nedeni, ona
göre, herkestir. Bu durumda suçlanması gerekenler orgazm olup huzur içinde
uyuyanlardır. Kadın uyurken yine fallik bir obje olan tabancasını kadının
ağzına sokar ve onu da öylece öldürür. Casey ise bir şekilde odadan kaçmayı
başarır ve evdeki telefonla grup arkadaşlarını arayarak onlardan yardım ister.
Fakat tatmin olamamış bir adamın gözünde, tatmin olmuş bir kadın oldukça
cezbedici bir cinayet nesnesidir. Adam Casey’i de öldürmeye çalışır, o sırada
grup üyeleri eve gelir, adamı durdurmaya çalışırlar ama çıkan arbedede Casey
vurularak cansever.
Film boyunca “yitip giden” o
masumiyet duygusu Harris’in felcinin tek sebebidir aslında. Biriken ve ekran
dışına taşan şeydir o felç (Yine Vertov). Transandantal imajdır. Müdahaleyi de
Bresson filmlerindeki gibi “el” değil, cinsel organlar yapar. Her bir temasta
“kirlenmeler” birikir, birikir. Ve aşkın imajlara varılır. Fakat bu transandantal
imaj mefhumu Russ Meyer’in “ucuz” sinema yaptığı algısıyla görülmek bile
istenmez.
Bu son olayların ardından sonra (Casey’nin
ölümü ve grubun artık Hollywood’da yer almak istememesi) Harris’in felci de
iyileşmiştir. Grup üyeleri tekrardan doğru yolu bulmuşlar ve Harris ve Kelly
evlenmişlerdir. Casey’in mutlak ölümünden sonra evlenmeleri için ortada hiçbir
engel kalmamıştır çünkü. Aslında arbedede can veren Casey’nin ölümü, Kelly ve
Harris tarafından da istenen ve beklenen bir ölümdür, tekrardan “saf” ve
“temiz” bir ilişki yaşamaları ve Harris’in felcinin iyileşmesi bu yasak ilişkinden
doğacak olan bebeğin de Casey’le birlikte ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Hollywood’daki
günahları Casey ve bebeğinin kurban edilmesiyle temizlenmiş olacaktır. Nitekim
öyle de olmuştur: karakterlerimizin başlarına kötü şeyler gelir, fakat
filmin sonlarına doğru da herkes doğru yola döner. Hatta hepsi de hippi
olmaktan vazgeçip evlenmeye karar verir.
Filmin ırkçı tavrı da dönemin
bakış açısını göstermesi yönünden ilginç bir yere işaret etmektedir bana
kalırsa. Gruptaki Afro-Amerikan bateristimiz Patronella üzerinden ilerleyen bu
ırkçılık, Afro-Amerikanların sadece Afro-Amerikanlarla duygusal/cinsel
birliktelik kurduğu bir düzeni imlemektedir. Film boyunca Patronella’nın
yakınlaştığı isimler hep Afro-Amerikanlar olmuştur. Onun dışındaki bir
birlikteliğin bahsi bile geçmemiştir.
İşte bana göre Russ Meyer, Beyond
the Valley of the Dolls (1970) filminde sanıldığı gibi dümdüz bir Hollywood
eleştirisi yapmamakta, onun yerine cinsel kimlikler ve “öteki”ler üzerinden
şekillenen bir film kurarak, karakterlerinin bu dünyada yer edinme çabasını
anlatmaktadır. Fakat senede iki film çeken bir yönetmen için bu kadar Faster,
Pussycat! Kill! Kill! (1965) ne de güzel bir filmdir, bu kadar Beyond
the Valley of the Dolls (1970) yanlış hamlelere maruz kalmış.