Kim derdi ki seninle bir gün hoplayacağız Chantal. Senin ben var ya filmin hani “Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles.” Ya bak valla diyorum çok iyiydi bak. Şimdi bir film yapmışın bak, yani bak düşün bak tam 3.5 saat boyunca hiçbir şey olmuyor. Bak. Ama yine de eğlenceli.
İlk tadını vermeyen şeyler vardır ya hayatta Chantal. Mesela Soner Arıca, işte senin yaptığın sinema da tersinden alırsak öyle bir şey. Ben senin haleflerini hep Kaurismaki ya da Jarmusch olarak gördüm. İşte problem de buydu zaten. Ben bu iki şahsın da filmlerini senin filmlerinden evvel gördüm. Ama son birkaç yılda aşina olunca senin filmlere aramızda kalsın ama o iki heriften pek keyif alamıyorum artık. Yani sen bir anlamda Soner Arıca’nın ya da Rafet el Roman’ın ilk albümüsün. Nasıl ki bu iki erkek de sonraki albümlerinde aynı tadı veremedi bu Jarmusch ve Kaurismaki de senin gibi bir ilk albümden sonra aynı tadı veremiyor.
Ya sen Allah kitap bilmez misin Chantal. Bak mesela “Jeanne Dielman, 23 Quai du Commerce, 1080 Bruxelles”, şimdi aldım elime müseccel markayı oturdum. Sonra bir başka içeceğe başvurdum. Sonra daha başka içeceklere. Arada bişeyler de yedim yalan olmasın. Ama 3.5 saat boyunca sabit bir şekilde ekrana bakarak yaptım bu işleri. Ve Allah seni inandırsın benim yaptığım şu kadarcık eylem bile senin 3.5 saat boyunca bir filmde gösterdiğin eylemlerden daha fazlaydı. Ama işte olay da bu zaten. Sen çok daha eğlencelisin ben ise Brautigan’ın kadınlı hüzünlü kitapları gibi oluyorum. Sen hep Flaubert oluyorsun ben boyuna Güllü klibi.
Hayatta olan şeyler tuhaf. Tam da bunu şahane gösteriyorsun sen. Yemek, içmek, yürümek durmak, sonra yine yürümek. Bunlar gerçekten çok tuhaf şeyler. Hatta bana sorarsan inanılmaz şeyler. Bir taraftan da komik şeyler. Ben hep böyle düşünmeye, bakmaya çalıştım ama olmadı. Katıldım. Normalleştirdim. Ama sen bozulmadın Chantal. Biliyorsun daha iyi biliyorsun bütün bunlar çok tuhaf ve çok komik. Birini öldürmek bile bak ne diyorum çok tuhaf bence çok komik.
Je Tu Il Elle’i ele alalım ele ya lelel ya lelel hani bir gün birisi gelir ve der ki “Ben Nikaragua’lı bir timsah yetiştiricisiyim”. İşte bu senin ki de böyle bir film. Nikaragua da tuhaf bir yerdir zaten. -Burada bulunan bir hayvanat bahçesi toynaklılar ve su aygırları konusunda uzmanlaşmıştır. Ve bildiğim kadarıyla dünya üzerinde Çin’den sonra Panda yetiştirebilen üç-dört hayvanat bahçesinden biridir.-
Je tu il elle de ise bambaşka bir tuhaflık var. Bambaşka bir komiklik. Bambaşka bir olmamazlık. Yani bir şeyin olmaması. Evde geçen süre, kamyonda geçen süre ve bir başka evde geçen süre. Ve bu kadar. Film biter. Sinema bu kadar.
Dünya uzaydır Chantal. Bize sen öğrettin bunu. Ballard’dan bile daha çok. Asıl bu dünya çok acayip. Uzay falan çok stabil. Çok sıradan. Buralık tam uzay. Mesela bizim apartmanda bir adam var. Bu adam tek başına yaşıyomuş. Ve bu adam yaz kış demeden ne zaman telefon çalsa balkona çıkıp konuşuyor. Balkona ya, bildiğin. Kar toz toprak sökmüyor, gece – gündüz fark etmiyor. Adam çıkıp konuşuyor. Telefonu çekmiyor olamaz o zaman tüm apartmanın balkona çıkması lazım. Birinden gizleniyor olamaz adam tek yaşıyor. Şimdi söyler misin bana Chantal uzayda var mıdır bundan. Al sana dünya. Al sana sinema. Ne aksiyon var ne macera. Balkonda bir adam. Balkonda bir kır tanrısı. Ya da bir başka örnek olsun, benim bir dedem vardı, adam yaklaşık yirmi yıla yakın 1989 ve 1992’de yaşadı. İşte var mı böyle bir dünya.
Diğer filmlerine de gireceğiz söz. Anna’nın Buluşmaları ya da Le Captive de yazıcam ama bi bakayım. Eymirli bir hareket olmazsa ne olacak şekerim yine geliriz yine geliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder