İstiklal marşı okunduktan sonra
sınıflarına dağılmışlardı. Ben okula geldiğimde ise sınıflara dağılmalarının
üzerinden yaklaşık yarım saat geçmişti. Müdür yardımcısının yanına gittim. 2
gün önce bu okula kaydolduğumu, Lise 2’ye devam edeceğimi söyledim. Müdür
yardımcısı balkona çıkarak “Aha işte, sınıfın orası” dedi, uzakta bir kapıyı
işaret ederek. Pek bir şey anlamamıştım ama “Tamam” dedim. Merdivenleri inerken
duvarlara asılı Osmanlı padişahları ve cumhuriyet dönemi Türk büyüklerinin resimlerine
baktım. Avluya çıkınca yukarıdan müdür yardımcısının işaret ettiği istikamette
ilerlemeye başladım. Avlu dedim zira bulunduğum okul eskiden hapishane imiş. Mimarisi
birbirine bu kadar benzeyen iki devlet kurumu Foucault’nun ağzını sulandırırdı
sanırım ama benim daha kişisel problemlerim vardı. İlkokul ve Ortaokul hayatım
boyunca yaklaşık 8 tane okul değiştirmiştim. Hepsinde de sınıfa sonradan
katılan adam olarak çok yabancılık çekmiştim. Zira ben okula gelmeden, daha
sınıfımı bilmeden, herkes birbiriyle arkadaş, eş dost oluyordu. Lise ve altı
okullarda arkadaş olmanın süresi tek bir hamlede bir ceylanı boynundan
yakalayan çıtanın hareket süresiyle eş zamanlıdır.
O gün de kafamı sağa sola çevirip
10-D sınıfını ararken, içeriye nasıl gireceğimi, hocaya ne söyleyeceğimi, boş yer bulabilirsem nasıl oturacağımı,”yeni gelen
tipe bakma çılgınlığı”ndan nasıl kurtulacağımı, ilk diyaloga girdiğim kişiye
nasıl hitap edeceğimi (sıfat olarak “dostum”u kullanmayı tercih ediyordum. Ama
duruma göre “arkadaşım” “kardeş” “baba” “dayı” gibi laflar da edebiliyordum)
düşünüyordum. Avluda yürümeye devam ederken eylül ayının o ne idüğü belirsiz
havası da durmadan değişiyordu. Önce gök
gürlüyor, hava kapanıyor, saniyeler sonra ise güneş kendini yeniden
gösteriyordu. Bu esnada sınıflardan birinden bir kız çıkarak bir yere doğru
koşmaya başladı. Ardından da bir kız daha çıktı ve “Fatoş bekle, ben de izin
aldım öğretmenden” diyerek Fatoş’a doğru gülerek koşmaya başladı. Daha ilk
günden kızlara aşık olmak gibi bir adetim olmadığı için, bu insanlarla sakin
bir arkadaş üslubuyla konuşmaya karar verdim.
Kızlardan Fatoş olanına doğru
hızlıca hareket ettim. Sonradan sınıftan çıkan ve benimle aynı hızla Fatoş’a
doğru hareket eden ikinci kızla aynı anda Fatoş’un yanında bitiverdik. Yine âdetimdir,
ortamda birden fazla kız varsa sadece biriyle ilgilenip diğerlerinin aslında
hiç de umrumda olmadığını gösteren davranışlarda bulunurdum. Yine öyle yaptım. Sanki
ikinci kız hiç yokmuş, neşe içinde sınıftan çıkıp Fatoş’a doğru koşmamış gibi
davranarak sadece Fatoş ile ilgilendim. Gözlerinin tam içine bakarak sordum “10 D sınıfı nerde biliyor musunuz acaba?”. Tam
ağzını açmıştı ki ikinci kız “aa işte şurada, karşıda” dedi. Ona aldırmadığımı
gören Fatoş bana bakarak “evet işte şurada dedi” eliyle Kuzeybatı yönünü işaret ederek. Sonra da
ikinci kızın koluna girerek hızla kızlar tuvaletine doğru ilerledi. Bir süre
onları izledim. Tuvalete girip kapıyı kapattılar. Ben de asıl sorunuma dönüp
10-D sınıfını aramaya devam ettim.
Pantolonuma kemer takmayı unutmuştum. Bir
elimle pantolonumu, diğer elimle kıvırdığım defterimi tutarak dümdüz ilerlemeye
devam ettim. Karşıma çıkan bütün merdivenlere tırmandım. Sonunda bir koridora
girdim. Koridor yeni okul giysileri ve buna karışan axe parfüm ve hoby jöle
kokuyordu. Yavaş yavaş ilerledim. Önce 10 A sonra da 10 B’yi gördüm. 14 adım sonra,
koridorun sonuna doğru 10 D sınıfını buldum.
Bir an vazgeçip eve dönmeye karar
verdim. Ayağımın altında bir dondurma külahının etrafında toplanan binlerce
karınca vardı. Önce karıncalara sonra da kafamı kaldırıp yarım görünen
gökyüzüne baktım. Ne sonbahardı ne de dünya çok tuhaftı. Sonra derin bir nefes
alıp o yıl boyunca birçok kez yapacağım şeyi yaptım ve 10-D sınıfının kapısını
iki kez tıklattım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder