Popüler Amerikan sinemasının kimi
örnekleri öylesine kabul görmüştür ki başlı başına bir Janr’a isim
vermişleridir. Gençlerin katledildiği korku filmleri desek aklınıza bir sürü
film gelir sanırım. Kendi içinde de pek çok alt türe ayrılan bu filmler (Trash mesela
ya da B film) etraflarında topladıkları ve zamanla bir kitleye dönüşen
hayranlara da sahiptir.
Üzerine ciltlerce makale yazılan
bu tür filmler artık popüler kültürün değişmez nüveleri olarak dikkat çekmekte.
Halloween, Elm Sokağı Kâbusu, Çığlık, Chucky gibi filmler ya da Texas
Elektrikli Testere Katliamı, Yaşayan Ölülerin Gecesi gibi filmler bahsettiğimiz
durumun en popüler örnekleridir.
İşte biz de bugüne kadar üzerine
binlerce şey yazılan bu filmler üzerine bir kere daha yazacağız. Peki neden?
Çünkü (Burda Cafer’in bakış açısının önemli bir katkısı var. Bizi dogmatik
uykumuzdan uyandırdı) bu filmler belirli bir bakış açısı dışında hiç
değerlendirilmedi. Zizek bile en fazla Lacan üzerinden psikanalitik yorumlar
geliştirerek bu filmlerden bahsetti. Üzerine akademik tezler bile yazılan bu
filmler maalesef bu kalıplaşmış bakış açılarından kurtarılamadı.
Oysa durum bambaşka. İşte biz de
size bunu göstermeye çalışacağız. Örneğin Cafer S. az sonraki satırlarında size
Halloween’ın aslında “Bastırılmış Lezbiyenliğin Şiddet Unsuruna Dönüşmesi” üzerinden
ilerleyen dramatik yapısından bahsedecek. Gördüğümüze bakmak yerine arka planı
anlamamızı isteyen bu yazı sanırım bugüne kadar ki Trash ve B film literatürünü
alt üst edecek.
Bu dizimizi Cafer S., Uğur E. ve
eğer katılmak isterse Kudret Sezer sürükleyecek. Ben ise Trash ve B tipi
filmlere daha en başından bir ilgisizlik duyduğum ve yeterli altyapıya sahip
olmadığım için bu giriş yazısıyla yetineceğim. Ama Cafer’in yazılarını da yine
kendisinin isteğiyle, isim belirterek ben yayınlayacağım. Özellikle yönetmenler
üzerinden ilerleyecek olan bu dizi John Carpenter ile başlıyor. Cafer en
bilinen John Carpenter filmi olan Halloween’ı seçti. Demek oluyor ki biz de bu
diziye 1978 yapımı Halloween ile başlıyoruz :
…………………………………………………………………………………
Halloween’ı yıllar önce bir gece
yarısı Show Tv’de izlemiştim. O dönem Show Tv her gece Korku filmi koyardı. Tüm
bir Çığlık serisini de Chucky serisini de işte bu saatlerde Show Tv’de
izlemiştim.
"Bir de Bizden Okuyun" adlı dizi
için bir yazı yazmam istendiğinde ise hiç tereddütsüz Halloween’ı seçtim. 8
yaşımda izlerken de bu filmde kimi tuhaflıklar olduğunu sezmiştim. Filmi
birlikte izlediğim ailem korkudan bütün evin ışıklarını yakarken ben o yıllarda
anlamlandıramadığım bir Erotik-Mizah anlayışının bu filme derinden sirayet
ettiğini hissetmiştim.
Filmi yıllar sonra bu yazı için
tekrar izlediğimde ise 8 yaşımdaki halime tümüyle hak verip geçen yıllar içinde
edindiğim film okuma tecrübeleriyle harmanlayarak filmi kendi kafamda tümüyle
aydınlattım. Şimdi film üzerine yazılan binlerce yazıya baktığımda sadece
üzülüyor ve büyük bir şeyin ıskalandığını hayretler içinde gözlemliyorum.
Halloween, bir kere en başta bir
korku filmi değildir. John Carpenter izleyiciyi bir röntgenci konumuna
oturtarak bir dizi olayı göstermiştir. Ve sanırım bunu yaparken de çok
eğlenmiştir. Olayın psikanalitik tarafını tümüyle bir kenara bırakalım. Bir
çocuktan bir kötülük sembolüne dönüşen Michael aslında bir parodi karakteridir.
Çünkü o röntgenci izleyicinin konumuna yerleşerek hepimizden daha çok
eğlenmektedir.
En başta kabul etmemiz gereken şu
ki bu film bir Lezbiyen Filmi’dir. Bütün olayların ve şiddetin kaynağı da bir
lezbiyen kıskançlığıdır. Ama bunu psikolojik açıdan değil antropolojik ve frenolojik
(XIX. Yüzyılda kişilik özelliklerini kafatasının biçiminden çıkarmayı amaçlamış
bilim dalı) açıdan incelersek bütünüyle anlayabiliriz.
Lourie, Annie ve Lynda birbirlerinden
hoşlanan üç kızdır. Ama aralarındaki kıskançlık öyle bir boyuta varmıştır ki
istemeye istemeye erkeklere yönelirler. Aralarında en yumuşak başlı olan ve
olayları bir erkek bularak değil konuşarak çözme taraftarı olan Lourie ise
Carpenter’ın örnek Lezbiyen modelidir. Kafatası yapılarına baktığımızda da
sarışın Annie’nin daha bir elips biçimine benzeyen kafası onun duygusal
boşluğunu ve eski arabalara merakını açıklar. Ve kendi kimliğiyle barışık
olmamasının getirdiği gerilimi de kafatasıyla birlikte film boyunca üzerinde
taşır.
Filmde üç kızı da öldürmeye
çalışan Michael’ın filmde çok az görebildiğimiz bir maskenin arkasına saklanmış
olan kafatası ise aslında filmi tümüyle açıklar. Michael’ın tümüyle anormal ve
biçimsiz kafatası üç kızın da tam olarak yüzleşemedikleri cinsel kimliklerini
temsil eder. Filmde sadece anlık olarak kızların karşısına çıkan hunhar katil
Michael bu görünmezliğiyle kızların medcezir ruh hallerinin de peliküle
yansıması olur. Yani sizin anlayacağınız aslında Michael diye biri yok. Michael
üç kızın sonunda cinnete varan lezbiyen kıskançlıklarının bir temsilidir.
Filmin daha en başında bir
cinayet işlenir ve filmdeki kadınlardan biri ölür. Filmdeki kadınlar
antropolojik olarak Lesbos adası kadınlarının da bir temsilidir. Antik dönemde
Sappho’nun öncülüğünde adı duyulan Lesbos adası Lezbiyen kelimesinin de
etimolojik kökenini oluşturur. Şiddete meyilli Lesbos kadınları birlik ve
beraberliklerini koruyamamışlardı. Aynı şekilde Halloween’da da bu antropolojik
talihsizlik karşımıza çıkar.
Kızlar Michael alter egolarıyla
birbirlerini öldürürken film içinde doktor ve şerif olarak tanıdığımız iki
erkek de onların birbirlerini öldürmesine izin veren erkek iktidarını temsil
eder. Yani şöyle kadınların bu cinsel özgürlüklerinden tiksinen Atina iktidarı Lesbos
adasının birbirine girmesini nasıl keyifle izledi ve kışkırttıysa Halloween’da
da Doktor ve Şerif erkek karakterleri Kızlar birbirini katletsin diye bilerek
yanlış yoldan giderler ve cinayeti engellemezler. Yumuşak başlı Lourie’nin
filmin sonunda tümüyle Michael alter egosuyla bütünleşerek iki kız arkadaşını
öldürmesinden sonra sokağa çıkıp yardım istediğinde de erkeklerin
ilgisizliğiyle karşılaşması da dikkat çekici bir sahnedir. Bu sahnede Lourie bağırır
çağırır ve bir evin kapısına gider. Evin ışıkları önce yanar ama ev sakini erkekler
perdeyi hafif araladıktan sonra ışığı kapatıp uykularına dönerler.
Filmin sonunda sözde Lourie’yi
kurtarmaya gelip Michael’ı vuran doktorun elinde bulunan kurusıkı da erkek
iktidarının ikiyüzlülüğünü ve ahlaksızlığını temsil eder. Carpenter her ne
olursa olsun kadınların özgürlüğüne izin vermek istemeyen erkek modelini Doktor
karakterinde cisimleştirir. Michael’ı vurur gibi yapan ve dolayısıyla
öldürmeyen doktor Michael’ın kaçmasına izin vererek kadınların cinsel
özgürlüğünü asla istemeyen bir iktidar modeline dönüşür. Bu karakterin doktor
olması da takdire şayandır. Kendi başına bir iktidarı temsil eden ve kadınların
arasındaki cinsel özgürlüğü bir hastalık sayan Tıp “bilimi” bu filmin en çok
yerdiği kurumlardan biridir.
John Carpenter’ın nasıl bir konum
aldığıysa film ilerledikçe ortaya çıkar. Temel motivasyonunun erotik bir film
yapmak olduğu anlaşılan Carpenter’ın filmin çekimleri sırasında okuduklarından
etkilendiği söylenir. Cinsiyet kuramları üzerine birçok okuma yapan Carpenter
izleyiciyle sinik bir mizahla alay eder. Kızların bir hetero hayaline dönüştüğü
bu filmi bilerek bu hale getiren Carpenter alttan alta çok gülmektedir. Çünkü
yapmak istediği şey tam tersine erkeklerle dalga geçmek ve bir kadın
motivasyonuyla onlara olan öfkesini dışavurmaktır. Kullandığı gereç ise
bütünüyle mizahtır. Ama bu tamamen personel bir mizah olup filmin kendisine pek
sirayet etmemiştir. Carpenter bir Lezbiyen Aşk filmini, tamamen kadınlar için
yapılmış bir filmi Heteroların aptallıklarına gülmek için ters çevirmiştir.
Sonuç olarak “bu kadınlar Hetero olan hiçbir şeyle ilgilenmiyor ama siz
salaklar inatla böyle anlıyorsunuz ve çok komik oluyorsunuz” demektedir.
Cafer/Menemen/ 22.05.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder