Bir düşüncenin ya da
durumun iletim şekli sinema filmine yakınsadığı zaman, ortaya çıkan ürünün
propagandaya meyletmesi sıkça karşılaşılan ve nahoş bir durumdur ya da
ajitasyon. “İran sineması“ ve “çocuk” ya da “İran sineması” ve “kadın” ilişkisi
ele alındığında ise bu hendeğe düşmüş onlarca yönetmen ve filmle karşılaşmak da
mümkündür. Var olan bu kötü örneklere nazaran, bahsi geçen klişe ilişki
biçimlerinin bir yaratıcılığa maruz kalması, vakti zamanında ancak Penahi gibi
bir yönetmenle mümkün olmuştu. Penahi, kadın
veyahut da çocuğun kamusal alandaki varlığının, şarkiyatçı Avrupa camiasını
tavlama amaçlı herhangi bir güzellemeye ya da dramlaştırmaya bulaştırılmadan,
tüm olağanlığıyla ortaya konularak da gösterilebileceğinin örneklerini sunma
adına güzel işler yapmıştı.
Geçtiğimiz yıllarda ise
ülke yönetimi tarafından birtakım cezalara çarptırıldı malumunuz. Ağır şeylere
maruz kaldı. Açıkçası vaziyetler böyleyken, yeni bir şeylerle karşımıza
çıkabileceğini hiç düşünmüyorduk ki; birdenbire ”This is Not A Film”. Fakat belgeselin
hangi koşullarda çekildiğine, hangi yollarla ülke dışına kaçırıldığına ilişkin
kulisleri dolduran gürültüler, belgeselin kendisinin önüne geçince, mantıklı
davranıp ortalığın biraz durulmasını bekledik. Çünkü Penahi’nin sadece böyle
bir reklamdan nemalanmak, bir nevi dümdüz bir söylemle “bakın o kadar kötü
durumda olmama rağmen yine de kopamıyorum şu sinemadan, o yüzden bir yolunu
bulup yine film yapıyorum, fakat kötü durumdayım bu da bilinsin yani, ülke
yönetiminin bana verdiği haksız cezalar için bir girişimde bulunmalısınız”
demek için film yapmayacağını (bunun için zaten başka girişimlerde bulunduğunu),
bugüne kadar sinemasını hep bu şekilde bir tavırla iletilen sinemanın karşısına
konuşlandırdığını biliyorduk. Ve bu nedenle umutluyduk. başucumuzdaki saat
gibi.
Ne yazık ki beklenen olmadı.
“This is Not A Film”, Penahi’nin daha önceki filmlerinde koruduğu metanetli
tavra nazaran, herkese brokoli dişletebilecek biçimde, kendine acınmasını
bekleyen bir Penahi çiziyordu. Penahi, gerek kamera karşısında avukatıyla
yaptığı telefon konuşmasıyla olsun, gerek çekemediği filmini anlatmaya
çalıştığı o inişli çıkışlı anlarda olsun, hep “bana acımalısınız” tavrıyla
karşımızda duruyordu. Yaratıcılığının emarelerini görebildiğimiz bazı anlar ise
bu saçma tavrın içinde yok olup gidiyordu. Bu tip meseleleri filme aktarırken
mesafesini korumaya dikkat eden Penahi,
iş kendi etrafında inşa edilmiş bir filme geldiğinde, öyle
davranamayacağını göstererek pek de iyi bir şey yapmamış oluyordu aslında.
Belgeselin ne kadarının kurmacaya ne kadarının gerçekliğe değdiği meselesine bulaşmadan
samimiyet eksenine çekilebilecek bu durum, bizde bazı düşünceler uyandırmadı
değil. Neyse, kişisel olanın politikliğine olan inanca rağmen samimiyet ve ifade
zemininde kendini kaybeden film, birçok zayıf nokta barındırıyordu özetle.
Son olarak, bu ve bu
gibi durumlarda verilen demeçlerden sonra atılması gereken en temkinli adımın
ne olduğunu bilemesek de, hiç hesapta olmayan bambaşka kitapları ve bambaşka
filmleri düşünmek, kaldırıp atabileceğimiz bir kanepeyi sanırım ki evinde barındırmıyor
ve barındırmayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder