30 Nisan 2012 Pazartesi

Beş Maddede Gelecek Uzun Sürer Neden İyi Bir Film Değildir?



1- Politik bir film yapmakla politik bir tavırla film yapmak arasında bazı farklar vardır. Özcan Alper olanı söylemenin politik bir şey olduğunu düşünüyor sanırım. Oysa politik olan ilk önce politik bir tavra ihtiyaç duyar. O olaya bakış açınızın ne olduğu ancak politik bir tavırla ortaya çıkar. Solcu olmak ya da sosyalist olmak ise bir bakış açısı değildir. Sadece politik bir konumdur. O konumdan konuşmaktır. O konuma yerleşmek ise güçtür. Çünkü düşünce gerektirir. Çaba gerektirir. Hepsinden önemlisi bir mesafe gerektirir. En başta da kendi politik duruşunuza karşı bir mesafe gerektirir. Politik tavrın oluşum süreci budur.











3- Bir film süresi boyunca “her şeyi” göstermeniz ve söylemeniz mümkün değildir. Bu gerçekleşebilecek bir şey olsaydı Özcan Alper’den önce Tarkovski yahut Bresson bunu başarırdı sanırım. Onlarca “mesele”yi tek bir film üzerinden göstermeye çalışmak bir ilk film mantığıdır. Sanırım Özcan Alper ikinci filminde de bu mantığın dışına çıkmayı uygun görmemiş. Hem Ermeni meselesini, Hem Kürt meselesini, Hem unutulan dilleri hem iç savaşı bir filme sığdırmanız mümkün değildir. Mümkün olmadığı zaman da bu durumları sadece “dile getirirsiniz”. Şöyle yani : “Bu ülkede böyle sorunlar var”. Ama aynı şeyi bir köşe yazısında da okuyabilirsiniz. Sinema söylemek yerine göstermek yahut göstererek söylemek durumunda olduğu için farklı bir dil kullanmak zorundadır. Bu da diğer işler gibi güç bir iştir. Fassbinder gibi kendinizi tüketmek ya da Godard gibi kafayı yemek zorunda kalabilirsiniz. (Godard’ın delirdiği filmlerden biri olan Prenom Carmen’i bu amaçla izleyebilirsiniz. Göl kıyısından “Fransa Krallığı” diye bağırır film yapmasını engelleyen ülkesine. Daha güzel deliren bir başka adam var mıdır bilmem).




4- Filmin mesele edindiği bütün durumlar karşısında aldığı konum net olsa da bir türlü net bir şey söylememesi de bana ilginç geldi. Soldan bakan bir sinema olabilir bu. Böyle adlandırabilirsiniz. Ama bir insanın “dağa çıkış yapma” nedenlerini incelemek için sadece sosyolojik tespitlerde bulunmak yeterli değildir. Bu ülkede belirli halklara asimilasyon uygulanması sosyolojik bir durumdur evet ama sosyoloji de hiçbir zaman tekil olandan münezzeh değildir. Onu aşmamıştır. Bir gerillanın peşine düşen romantik-solcu-hemşinli-güzel kız aslında meseleyi bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Ve filmin bütün o sosyolojinin temel nüvesi olan tekilliğe dair bir izlenim bırakmasını engelliyor. Oyuncu hanımefendi de güzel olmak ve Hemşinceyi yanlış konuşmak dışında bir işe yaramıyor zaten filmde. Diyorum ki acaba güzel-devrimci bir kız yerine “dağa çıkış yapmaya” karar veren bir insanın yaşadıkları gösterilseydi bu filmde daha iyi olmaz mıydı? Ve mesele de daha açık-seçik gözümüzün önünde durmaz mıydı? Mahsun Kırmızıgül gibi bir adam bile Gerilla ve Asker kardeşler üzerinden “mesele”ye dair bir şeyler söylerken Özcan Alper’in bu “mahcup” diyebileceğimiz tavrı oldukça enteresan.








5- Hakikatler üretimi sadece Şiir ve Müzik ile oluşabilecek bir şeydir. Sinema’da ise ne yaparsanız yapın oluşturacağınız şey “Hakikatin Yansıması”dır. Zaten Godard bile 1960’larda “Burjuva sinemacılar gerçeğin yansıması ile ilgileniyorlar biz ise yansımanın gerçekliği ile ilgileniyoruz” dediğinde problemi baştan kabul etmişti. Demek istediğim ne yaparsanız yapın Sinemada acıyı gösteremezsiniz. Sadece acıya dair bir imaj oluşturursunuz. Bu ülkedeki acıları göstermenin yolu ise lütfen uzaklara atılan bakışlar olmasın artık. Ya da uzun uzun sessizlik sekansları. Bunlar bize bir şey getirmedi. Getirmez de. Bizi şaşkınlığa düşürecek daha küçük şeyleri anlamadıkça “Büyük Acılar”a dair bakışımızın da değişeceğini sanmıyorum. Acıyı göstermenin sinemada bir yolu yoktur. Acıyı ancak göstermeyerek gösterirsiniz. Bu da sonuç olarak bir “gösterme” olmaz. Sezdirme olur. Tek yol da budur zaten: Sezdirmek. Göstermeden sezdirmek. Sezgi ile ya da çağrışım ile bir mesele hakkında konuşmak ise ancak büyük yönetmenlerin başarabildiği bir şeydir (Yine Bresson’u Mouchette ile ya da Tarkovski’yi Ayna ile örnek verebiliriz). Bu topraklarda ise henüz böyle bir yeteneğin gölgesi (Yılmaz Güney hariç) görülememiştir maalesef.


Filmde “Politik Bir Duruş” sezilse de herhangi bir Politik Tavır sezilmiyor. Birçok mesele hakkında sözü olan ve sadece bu sözlerini söyleyip bırakan bir film Gelecek Uzun Sürer. Kederli ya da düşünceli bir an yaratmak için sürekli sigara içip uzaklara bakan karakterleri göstermek ise Türk Sineması’nın bir türlü kurtulamadığı bir klişe olarak bu filmde de göze çarpıyor.

Hiç yorum yok: