İnsan sınav döneminde bir
acayip oluyor. Michel Butor’un biçimsel açıdan ilginç olan romanlarına bakıp bakıp
iç geçiriyor, Metin Erksan filmleri izliyor, Orhan Atasoy kliplerini yeniden ve
yeniden keşfediyor, üstüne bir de sabahlara kadar Çelik’ten Dongi Dongi
dinliyor. Öyle bir şey işte. Ve abartmadan söylüyorum ki, benim sınav döneminde
Harun Kolçak olan arkadaşlarım bile var (bkz: Rükneddin). O derece bir a
acayiplik.
İşte biz geçen haftayı tüm
bunların üzerine inşa ettik. Hem de hiç acımadan. Metin Erksan dedik. Kadın
Hamlet dedik. Ve filmi başlattık.
Seyirciler içeride Türk
sinemasının en tuhaf filmine maruz kalırken, biz de dışarıda adaçayı ve kahve
eşliğinde Wordpress’in garipliğini deneyimleyip, teknolojiye pek de hoş olmayan
sözler sarf ediyorduk.
Ben, Uğur E. : Adaçayı
Tuhaflığı sadece sütlü
kahvesinden ibaret olmayan, Rükneddin S. : Sütlü kahve
Wordpress’le giriştiğimiz
mücadeleyi kazandığımızda, filmin de bitmek üzere olduğu fark ettik ve birer
bardak su içip salona doğru ilerledik.
Film bitince, Türk sinemasına
“auteur” kavramını sokan Metin Erksan’ın auteur’lüğü üzerinden konuşmaya
çalıştık, onun bu yönünün vardığı uç noktayı göstermek istedik, ama pek
başarılı olamadık. Fatma Girik’in bu filmdeki teatral oyunculuğunu bilmeden,
onu izlemeye Köşk’e gelenlerin yarısından çoğu, filme burun kıvırdılar.
Erksan’ın Hamlet parodisini yanlış bir hamle olarak değerlendirdiler ve bizi
çok şaşırttılar.
O an o salonda bulunan ve Köşk’ün
deri kaplamalı ahşap sandalyelerine oturan herkesin, film hakkında bir şeyler
söylemesi de sanırım 11 Nisan’ın en şaşılası anlarından birisiydi. Haftalar
boyunca susmayı tercih eden seyircilerin, bir Metin Erksan filmine karşı
koyamayıp dillerinin çözüleceğini hiç ama hiç ummuyorduk. Böylece, Metin Erksan
sinemasının gücünü bir kez daha anlamış olduk.
Seyircilerin yönlendirmesi
sonucu, Onat Kutlar’ın yıllar yıllar önce bir yazısında* işaret ettiği, Türk
sinemasındaki diyalog problemine 2012 yılının 11 Nisan gününün saat 19.36 sularında
yeniden eğildik. Herkes yine bir şeyler söyledi, yine konuştu ama yine bir
sonuca…
Ve dağıldık.
Karnımızı doyurmak için
Küçükpark’a doğru ilerlerken, gösterimden bize kalanın, Metin Erksan sevgimizi
izleyicilere aktaramamamız, hatta üstüne üstlük üzerimize yapışmış olan
müstehzilik nedeniyle yanlış bile anlaşılmamız olduğunu fark ettik.
*Bahsi
geçen yazı “Türk Sinemasında Konuşmalar Üstüne Bazı Aykırı Notlar” olup yazıyı
merak edenlerin bana bir haber uçurması yeterlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder