24 Nisan 2012 Salı

Sinema-Hafıza


Unutmak, Sinema’nın bütün olanaklarına rağmen ulaşmakta zorlandığı bir kavramdır.


Kaybolmuş bir şeyin sinemasallaştırılması unutuş üzerinden değil de “hatırlamak” üzerinden şekillendiği için tümüyle bir “unutmak” filmine tam olarak rastlamadık.


Hatırlamak ise Sinema’da en çok kullanılan dolayısıyla en çok sevilen bir kavram olarak dikkat çeker.


İnsanların “hatırlama”yı kısmen de olsa sevmesi daha çok bir “nostalji” havasında belirdiği için, “hatırlamak” da seçici olan insan hafızasına mahkum bir istikamet izliyor.  Peki ya hatırladıklarımız olmasaydı nasıl bir Sinema olurdu? Hiçbir nesne ya da öznenin bir başka şeye göndermediği, sembolizmin sezginin kollarına bırakıldığı bir görsellik nasıl bir alan açardı?


Bunları bilmek mümkün değil elbette. Ama bilmekte zorlanmayacağımız bir şey var: “hatırlamak” olmasaydı  Sinema’nın resmi ve gayrı resmi tarihi büyük oranda yok olurdu.


Mesela Fellini “hatırlama” olmasaydı ne yapardı? Sanırım hiçbir şey. Ama, unutmak! Edebiyatta daha çok rastladığımız bu kavrama Sinema neden tam olarak erişemedi? Gösterilmesi “imkânsız” olan bir şey olduğu için mi? Sanmıyorum.


Bence Sinema “unutma” meselesini tamamen “hafıza” üzerinden yorumladığı için başarısız oldu.


“Hafıza Filmleri” diye bir tür var. Son 10 – 15 yılda bu kategoriye girebilecek birçok film çekildi. Memento gibi, Novo gibi, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind ve bir sürü diğer “Hafıza Filmleri” genellikle sürekli bir şeyi unutup yeniden hatırlayan ya da hiç hatırlamak istemeyen karakterler üzerinden şekillendi. Bir sinema arkeolojisine girişsek bu konulara eğilen bir sürü film buluruz kuşkusuz. Unutuşun kendisi ise filmlerin içinde yer alan bir unsur olarak göze çarpmadı.


Burada kurulması gereken bir Karşı-Hafıza’ya ihtiyaç var. Ve garip şekilde  “Karşı-Hafıza” görselliğe daha yatkın doğasıyla Edebiyattan çok Sinema’da oluşturulabilecek bir alandır. Hiç hatırlamadan bir geçmişi oluşturabilecek görsel olanaklar Sinema’da mevcuttur. Kelimeler her zaman bir şeyi “imleyecek” şekilde dizayn  edildiği için tümüyle temsilsiz ve geçmişsiz bir geçmişin yaratılma olanakları Sinema ile vücut bulur.


Burada kesin bir “unutuş” tanımı yapmamızın tam vakti. Unutmak, kaybedilen bir hafızayla ya da “hatırlamak istememek”le oluşacak bir durum değildir. Unutmak, yeniden kurulan geçmiş, bir düzlem üzerinde oluşturulan tümüyle zihinsel bir Karşı-Hafıza hamlesidir. Unutmak, karşıtı olan “hatırlama”dan bağımsız, dışa kapalı bir yeniden kurma hamlesidir. Unutuşun bizatihi kendisi geçmiştir. Ve “hatırlama”ya da hiç gerek duymaz.   


Sinema halihazırda minvalini kaybettiği için bu “unutuş” ile kesin olarak yüzleşmek durumunda.


Sinema Tarihi “üretim fazlası”ndan dolayı unutuşa mahkumdur. Bırakalım fırtına gelsin. Hatırlama hamlesi bile bu fırtınanın önünde duramaz. Geriye kalanlar ise büyük ihtimalle hatırlamamıza gerek kalmayacak kadar yeni olan şeyler olacak. Godard olacak Bresson, Wenders, Makavejev, Ozu vb. olacak.


“Diğerleri” ise bırakalım unutulsun.

Hiç yorum yok: