Unutmak, Sinema’nın bütün
olanaklarına rağmen ulaşmakta zorlandığı bir kavramdır.
Kaybolmuş bir şeyin
sinemasallaştırılması unutuş üzerinden değil de “hatırlamak” üzerinden
şekillendiği için tümüyle bir “unutmak” filmine tam olarak rastlamadık.
Hatırlamak ise Sinema’da en çok
kullanılan dolayısıyla en çok sevilen bir kavram olarak dikkat çeker.
İnsanların “hatırlama”yı kısmen
de olsa sevmesi daha çok bir “nostalji” havasında belirdiği için, “hatırlamak”
da seçici olan insan hafızasına mahkum bir istikamet izliyor. Peki ya hatırladıklarımız olmasaydı nasıl bir
Sinema olurdu? Hiçbir nesne ya da öznenin bir başka şeye
göndermediği, sembolizmin sezginin kollarına bırakıldığı bir görsellik nasıl bir
alan açardı?
Bunları bilmek mümkün değil
elbette. Ama bilmekte zorlanmayacağımız bir şey var: “hatırlamak” olmasaydı Sinema’nın resmi ve gayrı resmi tarihi büyük
oranda yok olurdu.
Mesela Fellini “hatırlama”
olmasaydı ne yapardı? Sanırım hiçbir şey. Ama, unutmak! Edebiyatta daha çok
rastladığımız bu kavrama Sinema neden tam olarak erişemedi? Gösterilmesi
“imkânsız” olan bir şey olduğu için mi? Sanmıyorum.
Bence Sinema “unutma” meselesini
tamamen “hafıza” üzerinden yorumladığı için başarısız oldu.
“Hafıza Filmleri” diye bir tür
var. Son 10 – 15 yılda bu kategoriye girebilecek birçok film çekildi. Memento
gibi, Novo gibi, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind ve bir sürü diğer
“Hafıza Filmleri” genellikle sürekli bir şeyi unutup yeniden hatırlayan ya da
hiç hatırlamak istemeyen karakterler üzerinden şekillendi. Bir sinema
arkeolojisine girişsek bu konulara eğilen bir sürü film buluruz kuşkusuz.
Unutuşun kendisi ise filmlerin içinde yer alan bir unsur olarak göze çarpmadı.
Burada kurulması gereken bir
Karşı-Hafıza’ya ihtiyaç var. Ve garip şekilde
“Karşı-Hafıza” görselliğe daha yatkın doğasıyla Edebiyattan çok
Sinema’da oluşturulabilecek bir alandır. Hiç hatırlamadan bir geçmişi
oluşturabilecek görsel olanaklar Sinema’da mevcuttur. Kelimeler her zaman bir
şeyi “imleyecek” şekilde dizayn edildiği
için tümüyle temsilsiz ve geçmişsiz bir geçmişin yaratılma olanakları Sinema
ile vücut bulur.
Burada kesin bir “unutuş” tanımı
yapmamızın tam vakti. Unutmak, kaybedilen bir hafızayla ya da “hatırlamak
istememek”le oluşacak bir durum değildir. Unutmak, yeniden kurulan geçmiş, bir
düzlem üzerinde oluşturulan tümüyle zihinsel bir Karşı-Hafıza hamlesidir.
Unutmak, karşıtı olan “hatırlama”dan bağımsız, dışa kapalı bir yeniden kurma
hamlesidir. Unutuşun bizatihi kendisi geçmiştir. Ve “hatırlama”ya da hiç gerek
duymaz.
Sinema halihazırda minvalini
kaybettiği için bu “unutuş” ile kesin olarak yüzleşmek durumunda.
Sinema Tarihi “üretim
fazlası”ndan dolayı unutuşa mahkumdur. Bırakalım fırtına gelsin. Hatırlama
hamlesi bile bu fırtınanın önünde duramaz. Geriye kalanlar ise büyük ihtimalle
hatırlamamıza gerek kalmayacak kadar yeni olan şeyler olacak. Godard olacak
Bresson, Wenders, Makavejev, Ozu vb. olacak.
“Diğerleri” ise bırakalım
unutulsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder