30 Nisan 2012 Pazartesi

Üç Film Bağımsız Amerikan Nerde ki Olum bu Amerika Hem de Bağımsız Yok Yani Esteban Gül Ayol Gül Var mı Ama Sonuçta Yok Yahu Ne Bağımsızı Amarika’da Hem Jehan Barbur’a Benziyor Bu Filmlerde Oynayan Kadınlar

Take Shelter
Another Earth
Martha Marcy May Marlene


2011 yapımı bu üç film bize ne anlatıyor?


Bence Amerikalılar bu dünyadan yani içinde yaşadığımıza , hayatımızı sürdürdüğümüze inandığımız bu dünyadan çok sıkılmışlar. Bağımsız film dediğiniz filmler genelde “küçük” filmlerdir. Hayatın köşesinde, bucağında , üçlü kanepesinde kalmış bireyler sık sık göze çarpar bu filmlerde.


Yukarıda adını verdiğim filmlerin ikisi yani Take Shelter ve Martha Marcy… bu köşede kalmış hatta köşeye sıkışmış karakterleri önümüze getiriyor. Ben bu iki filmi de izledikten sonra iyi niyetli kitap arama çalışmalarımda sıkıntılar yaşadım. Mesela Martha Marcy’de bir Komün hayatının ardından ablasının burjuva hayatına geçiş yapan Martha’nın hikâyesini izliyoruz. Film flashbackler ile sürekli duraklarken Martha’nın nasıl bu hale geldiğine de tanık oluyoruz. (Martha ablamız fazla rahat hayatı farklı görmeye çalışan tuhaf bir tip. Filmin sonlarına doğru da iyice zıvanadan çıkıyor)






Burada sıkıldım. Şimdi niye ben size bu filmleri anlatıyorum ki. Gidin izleyin falan mı diycem sonunda? Yoo demiycem. İsteyen aha yazdık oraya bulur izler. Beğenir ya da beğenmez hem sonuçta çok ciddi söylüyorum bak : Bana ne yani. Bana ne abi. Bak valla da billa da diyorum : Bana ne lan.



Nurullah Ataç demiş ya “Bir yol şunu söyliyeyim de içime hicran olmasın : Sinema’yı böyle “s” ile yazmak yok mu, betime gidiyor. Fransızlarla daha bir iki millet Yunancanın kappa harfini “c” ile gösterir “s” gibi okurlar diye bizim “s” yazmamız mı gerekirdi? Kinema demeliydik”



Koltuğu parçaladım bu sözleri okuyunca. Demir kapımı dağıttım. Yoldan geçen kamyonları devirdim. Uçaklara taş attım. Çünkü Ataç fena halde haklı. Sinema ne yahu? Kinema. Valla da Kinema. O yüzdendir ki ben bundan sonra Kinema diyeceğim. 50.yıl köşkü’nde Kinema gösterimleri.



Bir arkadaşım var. Göbeklitepe’ye gitti. Bu kadar.



Bir başka tanıdığım da bundan 6 yıl önce D.G.P. (Denizi Görme Projeleri) geliştirmişti. Amaçsız saatlerde metroya binip Konak’a gidiyordu. Denize bakıp “Tamam o zaman” diyip geri dönüyordu. Bir de hakkını yemeyeyim şu yukarıdaki 3 filmden Take Shelter” var ya o iyi film aslında. Şizo’ların gerçekliği bir yerde öyle bir hale gelirmiş ki çevreleri de onların gördüklerine inanmaya başlarmış. Filmde de Şizo karakterimiz büyük bir fırtınanın geldiğine inandırıyor ailesini ve hep birlikte bir sığınağa kapanıyorlar. Daha sonra bir iş lokali yemeğinde Şizo karakterimiz ortalığı biraz dağıttıktan sonra sağ elini havaya kaldırıp “there’s a storm coming” diye haykırmıyor mu? Siz bile inanıyosunuz fırtınanın geleceğine. Hem sonuçta kim kanıtlayabilir fırtınanın gelmeyeceğini?







Another Earth de fena değil. Paralel evrenler meselesini bir iki alaman ortaya atmıştı hatırlarsınız. Einstein ve Heisenberg falan. Şimdi kara delik olsun, evren genişlemesi olsun hep bu adamların şeyiyle fakat ne güzeldi değil mi Capote? Filmi değil ha direkman Capote’nin kitapları. Başka Sesler Başka Odalar’ı ilk okuduğumda pek beğenmemiştim. Sonra acaba neden beğenmedim diye sordum kendime ve sebep bulamadım. Böylece beğendiğime karar verdim. Sonra Çimen Türküsü. Daha önceden de Gece Ağacı’nı okumuştuk. Onu da pek sevmiştik sonra Bukalemunlar İçin Müzik? O da gayet hoş bir kitap. Amerika’nın edebiyatı dışında nesi var? Ha? Bağımsızları?




Evet Bağımsız Amerikan Sineması o zaman Another Earth’e döneyim. Bir kere başroldeki kız fevkalade oynuyor. Nasıl olmuşsa olmuş sonunda insanlık paralel evrenlerle irtibata geçmiştir. Seçilen 15 kişi de bu paralel evrenlerde yeni bir hayata başlayacak. Bir kaza sonucu hayatını mahvettiği adama yardım etmek isteyen kızımız da kendi hakkı olan bu paralel evren seyahatini bu adama veriyor vs.10 yıldır Kaza olmadan film çekilemiyor Amerika’da Alabalık Avı’ni niye sevmedim? Brautigan hüzünlü kadın kitapları ile daha iyi.






Şimdi burada bazı gerçeklere değineceğim Acuncuğum sen Nez’i o adaya götüremedin ya. Artık toparlayamazsın şekerim. Doğuş gibi içimizi ısıtan adamlara rağmen Almeda beklenen randımanı veremiyor. Nez bekleyen seyirci Almeda ile yapamıyor. Bir de Kuzey-Güney kardeşlerim arkadaş bu kadar rezil aile olur mu? Biz kendimize rol model olarak Kuzey abimizi almışız. Kızlara yan bakmıyoruz. Herkesi seviyoruz iyilik ediyoruz. Ama bunun da bir sınırı var senarist ve yönetmen. Öyle Çaydamlı’yı cenaze sahnesinde oynatmakla olmaz bu iş. Derhal Simay abla otursun dizinin odak boktasına. Onun gibi saf, gözleri sıcak bakan, genç kadınlara örnek bir karakteri harcamayın. Ve son sözüm Koyu Kırmızı’ya “Gidin oğlum buralardan”. Elim değmişken Game Of Thrones bok gibi. Yaşasın Six Feet Under. Mad men de kötü ki. Ama Berlin Alexanderplatz’e allahınız gelse erişemez o ayrı.







Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.
(Aradan Yine Bir Ses) : Flaubert hariç.

Hiç yorum yok: