27 Haziran 2012 Çarşamba

Heteroseksüel İlişki Neden Artık Bir Klişedir?




Hepimizin bildiği gibi bin yıl sonra kadın ya da erkek diye bir şey olmayacak. Sadece eşcinseller olacak. Bunu bu kadar iyi bildiğimiz halde hâlâ aşkuum'laşacağımız bir şey yaşamayı niye bu kadar istiyoruz? Neden kendimizi kandırıyoruz? Bütün bunların bittiğini, kurtuluşun “çok yön”de olduğunu, klişeden kaçmanın ancak bu şekilde gerçekleşeceğini neden inkâr ediyoruz? İşte bu yazının konusu bunlar olmayacak. Ama bunlara yakın şeyler olacak

Şimdi hepinizin aklına “Ne yapalım birbirimizi mi düdükleyelim?” türünden son derece hasmane ve aptalca şeyler geliyordur muhakkak. Tam aksine yürürlükte olan eşcinselliğin kurtuluşu da, eşcinselliktedir. Yukarıda Heteroseksüel ilişki derken bugünkü “Eşcinsel” yönelimi bundan azade kılmıyorum. Zira heteroseksüellik öyle bir klişedir ki gücü eşcinselliği bile kapsamıştır.

Bugün çevreme baktığımda heteroseksüeller ile eşcinseller arasında ilişki kurma biçimleri açısından hiçbir fark olmadığını görüyorum. Yani eşcinseller de aslında aynı heteroseksüel klişeleri kullanıyorlar. Benim bahsettiğim ve bin yıl sonra olacağını söylediğim eşcinselliğin bugün yürürlükte olan heteroseksüellikle de eşcinsellikle de bir alâkası yok. Çünkü şu an bu iki yönelim biçimi de şuna yakın bir şey : Klişe

Olayı basitleştirerek açıklamak için tabii ki sinemaya başvuracağım. İki film üzerinden durumu açıklığa kavuşturup hepinizi şoke edeceğim. Bu filmlerden biri Ang Lee’nin Brokeback Mountain’ı olurken ötekisi John Cameron Mitchell’in Shortbus adlı filmi olacak.

Brokeback Mountain ile başlayayım. Bu film yukarıda bahsettiğim ve heteroseksüellikten farkı yok dediğim eşcinsellik biçiminin önemli bir örneğini getiriyor gözümüzün önüne. Birbirlerine aşık iki adamın 20 yıla yaklaşan ilişkilerini atlamalarla anlatan bu Ang Lee filmi aslında normal olan bir şeyin gerçekten de normal olduğunu bize göstermek için çok çabalamıştır. Ve bu çaba öyle bir başarıya ulaştı ki Oscar falan bile aldı bu film çeşitli dallarda.

Sevgili dostlar, "marjinal" bir meseleye el atan bir film eğer Oscar’larda kendine önemli bir yer buluyorsa durup düşünmekte fayda vardır. Nereden bakarsanız bakın işin içinde bir uzlaşma vardır. Akademi bu filme duygusal bir hikâye olmasından öte eşcinselliğin de aslında heteroseksüellik kadar sıradan bir şey olduğunu gösterdiği için ödüller vermiştir. Bu bir merkez – dışarı ilişkisidir. Merkez dışarıyı kendine doğru çektikçe onun dışarılığını da kendi sıkıcı sıradanlığına dönüştürür. Aynen bir heteroseksüel gibi yaşayıp düşünen ama sadece kendi hemcinsleriyle birlikte olarak bir farklılık yarattığını düşünen eşcinsellere bir sözüm yok. Ama bu yazının devamını okumasınlar. Çünkü hakiki eşcinseller farklarının bir cinsiyete yönelmekte değil bir tavırda yattığını bilirler. Uzlaşan eşcinselin heterodan farkı yoktur.

Tam da bu noktada Shortbus’a gelebiliriz. Shortbus, benim belki de biraz idealleştirdiğim Eşcinselliğin en güzel sanatsal örneklerinden biridir. Cinsiyetlerin öneminin kalmadığı “çok yönlü” bir eğilim filmin kurgusuna da o kadar güzel yerleşiyor ki yüzünüzde bir gülümseme kalıyor. “Heteroseksüellik kitlelerin afyonudur” gibi çok sağlam bir mottoyla yola çıkan film, paylaşımı cinsiyetlere indirgemek yerine her bireyin kendi farkını yarattığı bir düzlemde, her şeyin birbiriyle tekil ilişkiler halinde olduğu bir ortamda kendine yer açıyor. Ego ve tabuların bir kenara bırakılıp bütünüyle şefkat üzerine kurulan bu ilişki, tahakkümün tehlikeli sularından uzaklaşıp tekseslerin bireyler üzerinden örgütlendiği bir şefkat ağı kuruyor. Bunu hissedebilmek ve “katılmak” için öncelikle bir düşünce farkı yaratmamız ve klişeden kaçmamız gerekiyor elbette. Bu da evrimsel süreç içinde kısa ama insanyılı düzeyinde çok uzun bir süre alacaktır.

Shortbus dediğim şeyler gerçekleşirse bugünden fırlatılan ve geleceğe uzanan bir gökkuşağının en önemli duraklarından biri olacak. O güne kadar sabırla beklemek yerine arzularımızı özgürleştirmeye başlamamız dünya için olumlu bir gelişme olacaktır.

Hiç yorum yok: