Rükneddin’in tekmili birden
girdiği son yazıları okurken, son iki ay içerisinde adını bol bol telaffuz
ettiğimiz isimlerin Peter Mullan’dan ibaret olmadığını ve olmaması gerektiğini düşündüm.
Ve akabinde aklıma, geçtiğimiz aylarda son filmi Faust (2010) sebebiyle
adını iki kere andığımız biricik Sokurov’umuz geldi. Bu vesileyle tekrardan
söylemek isterim ki, evet, Faust (2010) iyi bir filmdi.
Fakat, Rus dilindeki adının Latin
harfleriyle yazımı Krug vtoroy (1990) olan bir filmi daha var Sokurov’un,
uluslararası mecralarda The Second Circle (1990) olarak da bilinen. Neredeyse
çoğu Sokurov filmi gibi o da küçük ve ikincil bir hikayeyi kendine konu
ediniyor. Hem de ölen babasının cenaze işleriyle uğraşan sıradan bir adamdan
bahsetmek kadar küçük ve minör ve ikincil.
Değinmek istediğim asıl şey ise, Sokurov
sinemasının “zaman”la kurduğu ilişkinin oldukça tuhaf olması. Tarkovski’den miras
olarak alıp sürdürdüğü bu ilişki biçimi; Sokurov’un sinemasını birlikte kurduğu
“zaman” mefhumuna oldukça değişik bir önem addediyor. Bir Sokurov filminde ya
da söz gelimi bir Tarkovski filminde “zaman”, olayların gerçekleştiği, aktığı
zemini sağlamak yerine bizzat filmin başat öğesi haline geliyor. İmajların
varlığı “zaman”la mümkün kılınıyor. Film zamana yapışık bir şekilde değil de,
“zaman”ı dışlayarak ve dışladığı ölçüde onunla bütünleşik imajlar kurarak
ilerliyor ve bu şekilde pelikülde zuhur buluyor. Yani bir nevi “görünür
zaman”lar temsil ediliyor. (Fakat bu, bildiğimiz anlamda “zaman”ı temsil eden araç
vs. kullanarak [saat gibi] değil tabi ki.)
Bu temsiliyet meselesi de bir
garip aslında. “Zaman”ın temsiliyeti sinemanın büyük anlatılar çağından çıkışının
bir sapağı olarak kendine yer açmış gibi duruyor. Bunun örnekleri özellikle
1940 sonrasında Hollywood dışında yapılan filmlerin birçoğunda görülebilmekte. Ve
yine özellikle İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin doğuşuyla birlikte, sinemanın
bambaşka anlatılar kulvarına yönelmesi, bu “zaman”la kurulan ilişki biçimini de
büyük bir ölçüde değiştirmeye başlamıştı. Sonrasında ise Ozular, Tarkovskiler,
Antonioniler, Sokurovlar…
Tekrardan filme dönersek; The
Second Circle’ın yapısındaki,
— Çizgisel bir zaman üzerinde
akan sahnelerin içerisindeki zamansal sıçramaların -ki bu sıçramalar çizgi
dışına değil de, çizginin ilerisindeki bir noktaya yapılan ve aslında
çizgiselliği koruyup onu bütünleyen sıçramalar- “zaman”ın temsiliyetini ve
filmdeki konumunu “bakan” tarafa sezdirmeye çalışan hareketler olduğunu görüyoruz.
Çizgisel zaman içerisinde yaratılan boşluklar ise “zaman”ın varlığının imaja
dönüştürülmesi sürecinin ta kendisi olarak duruyor.
— Keza başkarakterin babasının
defin işlemlerini hallettikten sonra evine dönüp babasından kalan kutunun
içindeki eşyalara baktığı sahnede de, “zaman” mefhumunun eşyalar üzerinden
verilmesine şahit oluyoruz. Başkarakterin eline aldığı her eşyada, “zaman”ın
müdahalesinin o bariz verililiği, Sokurov’un filminin kasvetli, yoksul ve yıkık
bir Rusya imajıyla bütünleşerek, o güne kadar defalarca yapılmış olan Rusya
tarihi eleştirisini daha farklı bir biçimde yapmasını ya da memento moriye*
kendi açtığı yoldan ulaşmasını sağlıyor.
İşte böyle. Bir Sokurov filmi ki
ne acayip ne acayip.
*Ölümü hatırla. (Lat.)
Temenni: Benim
“zaman” mefhumu üzerine olan birikimimin kısıtlı olması yazıyı daha ileri
konumlara ve analizlere taşımama engel olduğu için, bu alandaki teorisi ve
bilgisi kuvvetli ve de kudretli olan Kudret Sezer arkadaşımızın buradan
itibaren bayrağı devralıp olayı farklı farklı katmanlara taşımasını… Öyle
şeyler işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder