Sevgili okuyucu, bırak filmden güzel bir şarkı sana eşlik etsin. Ya da etmesin. Sen bil.
Hani birbirine benzeyen filmler vardır ya. Şöyle bir
cümleye başlarsınız misal: Genç Osman yahut Uyuşturucu Filmleri. Tonguuççç diye
yanar balonlar di mi: Trainspotting, Requiem For A Dream, Vegas’ta Korku ve
Dehşet falan fıstık. İşte Spun da bu Uyuşturucu Filmleri salıncağının ardından
hoop diye düşebilir zihninize. Nedense bizim ülkede diğer saydığım filmler
kadar tutmadı bu film. Ergenler birbirlerine “Olum Spun diye bir film var, herif
film boyunca uçuyor” falan demedi. Ya da ben duymadım. Sözlüklere baktığımda da
genelde işte yukarıda adını saydığım filmler üzerinden belirli laflar ah
efendim bitir şu cümleyi yahu.
Spun için, üzerinden,
bir yerinden konuşmak için evet o filmlerden bahsetmek şart. Özellikle de “Vegas’ta
Korku ve Dehşet’ten. Spun’ı çeken Jonas Akerlund dediğimiz muhterem, video
müzik aleminde en az Chris Cunningham kadar iyi bir yönetmen olarak bilinmekle
beraber Prodigy’nin bir klibini, -ah şarkının adını hatırlasam derken şarkının adını düşünmeye devam ettiğim bir
şarkının klibini- de yönetmişti. Bu klibi izlemek için de gecenin belirli bir
saatine kadar beklerdik. Zira ancak 23:30’dan falan sonra gelebiliyordu
ekranlara. Ya çok ahlâksız bir klipti ya da daha da çok ahlâksız bir klipti.
Ama sanırım içinde öyle sandığınız gibi bir cinsellik falan yoktu. Ya da ben
öyle zannediyorum. Yani şöyle düşünüyorum, cinsellikle ilgili bir şey olsaydı
hatırlardım ama hatırlamıyorum. Yaz Youtube’a çıksın yahu. Benim derdim başka.
Ama klibi yine de merak ediyorum ama bakmıycam lan. Hayır bakmayacağım*.
Bakarsam Cengiz Kurtoğlu klibi olayım. Spun diyorum Spun, başka bir şey. Hani
video klip estetiği denen şey var ya, işte al o estetiği bir uzun metraja çevir
şahane Billy Corgan şarkılarını da içine ilave et, bir de kaptır asit kafasına,
da da da daaaammm: Spun.
Filmin başrolündeki Jason Schwartzman’ı Wes Anderson
üzerinden tanıyoruz. Zaten hepinizin bildiği gibi Wes Anderson üzerinden
tanıdığımız hiçbir kimse boş çıkmaz. Almost Famous ile çocukluk yıllarımızın
ideal eziklerinden olan Patrick Fugit de filmi sırtlayanlardan biri. Ama ama
ama ve lakin ve bilahare söylememiz gerekiyor ki bu film eğer bir şey ise bunun
müsebbibi mutlaka Mickey Rourke’dur. Hatta gaza gelip hayatının performansını
veriyor derdik de arada Angel Heart, Rumble Fish falan var o yüzden
diyemiyorum.
The Cook Geliyor. |
Mickey Rourke filmde The Cook adlı amatör bir “kimyasalcı”
ve seks kovboyunu canlandırıyor. Başlarda
sanki kötü bir herif gibi sunulurken sonlara doğru hafif kırılgan ve yumuşak
başlı diyelim hadi, işte öyle bir adama dönüşüyor. Bir sahne var ki
anlatmalıyım: Ross (Schwartzman) ve The Cook bir pornocuya gider. Kafalar iyidir
tabi ve Ross birdenbire Amerikan bayrağının altında takım elbiseleriyle
vajinadan ve onun özelliklerinden bahseden The Cook’u görür. The Cook’un vajina
sunumu bitince de koca memeli ama küçük popolu kızların olduğu filmleri aramaya
devam ederler. Aslında sadece The Cook karakteri üzerinden bir film yapılsa
müthiş olurdu ama filmin sonunda maalesef The Cook’u patlayan bir karavanın
içinde bırakıyoruz.Ha yine filmin sonunda, arabayla kente doğru ilerlerken The Cook’un Ross’a anlattığı
bir çocukluk hikâyesi var ki, deme gitsin.
Bütün bunlarla beraber bu film elbette herkese hitap
eden, herkesin severek ve beğenerek izleyeceği bir film değil. Yine bir
Başyapıt vs. de değil. Dramatik yapının akışında bazı kopmalar, bazı
aksaklıklar olmuyor da değil. Ama “kafa”nın anlatıldığı bir filmde eklektik bir
kurgu olması kaçınılmazdır. Yani demek istediğim filmin ritminin de bir tür
asit kafası gibi ilerlediğini düşünürsek düz bir kurgu ya da belirli bir hikâye
akışı olması bu filme yarardan çok zarar getirirdi.
Spider Mike |
Uyuşturucu Filmleri dediğimiz şeye dönecek olursak,
bu filmler arasında kuşkusuz “Vegas’ta Korku ve Dehşet” ayrı bir yerde duruyor.
Ama Spun birçok yerde söylendiği gibi bir tür eğlenceli Requem For A Dream, ama
şu da var ki ben Requiem For A Dream’i hiç sevmem. Siz ne yaparsanız yapın
yaşadığınız bir trajedi bir filmde gördüğünüz trajediden çok daha komiktir. Yani
günlük hayatın trajedisinde komikliğe ya da saçmalığa meyleden bir taraf
mutlaka vardır. Ama Requiem For A Dream bütün bunları es geçip tamamen kasvete
ve nevrotiğe bağlayınca insan da “e o kadar da değil” duygusu uyanıyor. İşte bu
duygu ile Spun’a bakarsanız aktüel yaşam içindeki ilişkilerin komikliği ya da
uyuşturucu trafiğinin yarattığı absürd duyguyu tecrübe edebilirsiniz. Ya da
etmezsiniz. Bana ne yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder