23 Temmuz 2012 Pazartesi

Bu Çocuklar Olmadı



Değerli okuyucu, yazıyı okurken alttaki şarkının sana eşlik etmesine izin ver.







Hepinizin bildiği gibi bizler işi gücü olmayan insanlarız. Zaten işimiz gücümüz olsaydı böyle manyak Pumalar gibi ayda 15 – 16 tane yazı yazamazdık.


Şimdi yaz da geldi ya hani. İnsan zannediyor ki, işte bu çocuklar gidecek (nereye?), yüzecek, böyle ayda üç beş yazı girip sezonu atlatacaklar falan. Valla işin açığı ben de bu yaz başında böyle şeyler olacağını zannediyordum. İşte, iş bulur çalışırız, hayat gayemiz için ekmek peşine düşeriz, böyle film ayaklarını falan bırakır hayatın gerçek yüzüyle tanışır, emekle kazanılan paranın değerini biliriz falan filan diye düşüne düşüne yollarda yürümüştüm. 


Ama olmadı. Yani severim sevmenin dertlerini ama bir kere iş bulmaya çalışmak için güne erken başlamak gerekiyordu. Ama Eymirli Denizli’de odun kebapları etkisiyle dörtlere kadar, ben de İzmir’de,  kahvelerin ve katırtırnağı denilen bitkinin acaba nerelerde en çok yetiştiğine dair geliştirdiğim teorik düşüncelerin etkisiyle saat altılara kadar yataklardan kalkamadık.


Sonra dedim madem ekmek peşine düşemiyoruz bari denize gireyim. Kalktık geldik memlekete. Yazlık mazlık varmış ona gittim. Ama bak canını yidiğim okuyucu, neredeyse bir hafta oldu  ayağımı denize sokmuş değilim. Yani çok saçma değil mi yahu. Bir suyun içine girip tuhaf hareketler yapıyorsun, bir ileri bir geri ilerliyorsun. Biz de çok yaptık zamanında ama ne bileyim 25 yaşını geçmiş bir adamın böyle şeyler yapması tuhaf geliyor bana. İşte bu yüzden yazlıkta da oturup yine film olsun kitap olsun başka bir versiyonuyla döküntü İzmir yaşantımızı sürdürüyoruz.

Rük bu. 

Ama dağların oğlu Eymirli bırakmadı ekmeğeni. Benim gibi caymadı, dönmedi yolundan. Gitti paşalar gibi yapmaya başladı stajını. Sabah saatlerinde mayın tarlası oynayan Eymirli öğleden sonra ise arkadaşı Caner’le birlikte Remzi Jöntürk filmleri izleyip doksanların en iyi kadın şarkıcılarını sıralıyor bu aralar. Seneye Samsun’da başlayacağı mühendislik işine şimdiden hazır anlayacağınız.


Eymirli bu (1990 - ...)



Ben de etrafımda sürekli bir şeyler yapan, çalışan, mapusta çalışan, Telekom’da çalışan, dergide çalışan ve dergi çıkaran bu insanları gördüm ve ayna karşısına geçip sordum: Sen niye bir şey yapmıyorsun Rük. Ya git ekmeğeni kovala ya da siktir gir denize gir olum. Bak bu işin sonu, bak bu tembelliğin sonu, bak senin geleceğin, bak böyle gidersen senin sonun…. derken aklıma ne gelsin! Tabii ki Blow Up.

İzlemeyen gitsin atlara su versin


Aslında Blow Up’dan çok, filmin son 10 dakikası geldi aklıma. Hani, adam böyle pandomimciler görüyor tenis kortunda. Tabi ortada ne top var ne de tenis raketi ama pandomimciler güle eğlene oynuyorlar tenislerini. Bizim fotoğrafçı da kimseye kanıtlayamadığı ama gözleriyle gördüğü cinayetin alameti farikasını anlıyor onları izlerken.






Alameti farika şu, sen bir şeyin olduğunu gördüysen o şey gerçekten de olmuş sayılmaz. Mesela topsuz tenis gibi (Ne diyorum acaba). Top yok ama oynuyor adamlar. Tenis oynuyorlar. Aynı şekilde sen de birinin öldüğünü gördün. Ama yok ki öyle bir şey. Eğer bir ağaç devrilirse meselesi yani. O ağacın devrildiğini kimse görmemişse o ağaç devrilmiş sayılır mı? Ne bileyim ben ya.


Antonioni’de bir şey var anca makilerin orada söyleyebilirim.




Not : Gracias Ecuador! Te Amamos! 









Hiç yorum yok: