Değerli okuyucu, yazıyı okurken alttaki şarkının sana eşlik etmesine izin ver.
Hepinizin bildiği gibi bizler işi gücü olmayan
insanlarız. Zaten işimiz gücümüz olsaydı böyle manyak Pumalar gibi ayda 15 – 16
tane yazı yazamazdık.
Şimdi yaz da geldi ya hani. İnsan zannediyor ki,
işte bu çocuklar gidecek (nereye?), yüzecek, böyle ayda üç beş yazı girip sezonu
atlatacaklar falan. Valla işin açığı ben de bu yaz başında böyle şeyler
olacağını zannediyordum. İşte, iş bulur çalışırız, hayat gayemiz için ekmek
peşine düşeriz, böyle film ayaklarını falan bırakır hayatın gerçek yüzüyle
tanışır, emekle kazanılan paranın değerini biliriz falan filan diye düşüne düşüne yollarda
yürümüştüm.
Ama olmadı. Yani severim sevmenin dertlerini ama bir kere iş bulmaya çalışmak için güne erken
başlamak gerekiyordu. Ama Eymirli Denizli’de odun kebapları etkisiyle dörtlere
kadar, ben de İzmir’de, kahvelerin ve katırtırnağı
denilen bitkinin acaba nerelerde en çok yetiştiğine dair geliştirdiğim teorik
düşüncelerin etkisiyle saat altılara kadar yataklardan kalkamadık.
Sonra dedim madem ekmek peşine düşemiyoruz bari
denize gireyim. Kalktık geldik memlekete. Yazlık mazlık varmış ona gittim. Ama bak
canını yidiğim okuyucu, neredeyse bir hafta oldu ayağımı denize sokmuş değilim. Yani çok saçma
değil mi yahu. Bir suyun içine girip tuhaf hareketler yapıyorsun, bir ileri bir
geri ilerliyorsun. Biz de çok yaptık zamanında ama ne bileyim 25 yaşını geçmiş
bir adamın böyle şeyler yapması tuhaf geliyor bana. İşte bu yüzden yazlıkta da oturup yine film olsun kitap olsun başka bir versiyonuyla döküntü İzmir
yaşantımızı sürdürüyoruz.
Rük bu. |
Ama dağların oğlu Eymirli bırakmadı ekmeğeni. Benim gibi
caymadı, dönmedi yolundan. Gitti paşalar gibi yapmaya başladı stajını. Sabah saatlerinde
mayın tarlası oynayan Eymirli öğleden sonra ise arkadaşı Caner’le birlikte
Remzi Jöntürk filmleri izleyip doksanların en iyi kadın şarkıcılarını sıralıyor
bu aralar. Seneye Samsun’da başlayacağı mühendislik işine şimdiden hazır anlayacağınız.
Eymirli bu (1990 - ...) |
Ben de etrafımda sürekli bir şeyler yapan, çalışan,
mapusta çalışan, Telekom’da çalışan, dergide çalışan ve dergi çıkaran bu
insanları gördüm ve ayna karşısına geçip sordum: Sen niye bir şey yapmıyorsun
Rük. Ya git ekmeğeni kovala ya da siktir gir denize gir olum. Bak bu işin sonu,
bak bu tembelliğin sonu, bak senin geleceğin, bak böyle gidersen senin sonun…. derken
aklıma ne gelsin! Tabii ki Blow Up.
İzlemeyen gitsin atlara su versin |
Aslında Blow Up’dan çok, filmin son 10 dakikası
geldi aklıma. Hani, adam böyle pandomimciler görüyor tenis kortunda. Tabi ortada
ne top var ne de tenis raketi ama pandomimciler güle eğlene oynuyorlar
tenislerini. Bizim fotoğrafçı da kimseye kanıtlayamadığı ama gözleriyle gördüğü
cinayetin alameti farikasını anlıyor onları izlerken.
Alameti farika şu, sen bir şeyin olduğunu gördüysen
o şey gerçekten de olmuş sayılmaz. Mesela topsuz tenis gibi (Ne diyorum acaba). Top yok ama oynuyor
adamlar. Tenis oynuyorlar. Aynı şekilde sen de birinin öldüğünü gördün. Ama yok
ki öyle bir şey. Eğer bir ağaç devrilirse meselesi yani. O ağacın devrildiğini
kimse görmemişse o ağaç devrilmiş sayılır mı? Ne bileyim ben ya.
Antonioni’de bir şey var anca makilerin orada
söyleyebilirim.
Not : Gracias Ecuador! Te Amamos!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder