21 Aralık 2011 Çarşamba

Sovyet Sinemasının Neresinden Başlar Sokurov?

A.K. - Cafer geçen gün bir Rus mecmuasında şöyle bir şey okudum : “Sovyet bize ne bıraktı?” Sonra da uzun uzun cevaplamıştı bu soruyu kendi kendisine soran yazar. Yazısının sonlarına doğru da “Şolohov,Turgenyev,Zoşçenko gibi yazarları çağırıyordu günümüz Rus sanat ve edebiyatına. Sinemaya gelince de “Hemen hemen kırıntı diyeceğimiz,Vertov’un,Tarkovski’nin bir iki kırıntısı diyebileceğimiz şeyler ve hüzünlü kale Sokurov kaldı”diyordu. Bir kere ilk sorum şu : Sen hiç Sokurov filmi izledin mi?


C.S. - Evet,izledim.


A.K -Hangileri mesela?


C.S. -Yani şimdi “şu şu” diye isim saymak saçma olur ama uzun aralıklarla da olsa birkaç filmini izledim Sokurov’un. En son da şu üçlemesini izledim. Hani Lenin’in Hitler’in ve adını hatırlamadığım Japon imparatorunun son günlerini anlattığı üçlemesi. Telets Lenin’i,Solnste o Japon imparatorunu, Moloch da Hitler’i anlatıyordu işte.


A.K. -Anlıyorum. Ama bu kullandığın ses tonu ikimize de yardımcı olmaz. Bunu söylemeliyim.


C.S. - İyi de konuşmuyoruz ki,yazışıyoruz net üzerinden. Ses tonumu nerden biliyorsun?


A.K. – Neyse,tamam. Anlat bakalım o üçlemeyi.


C.S. - Bir kere en başta Telets yani Lenin’in son günlerini anlattığı filmi bana kalırsa Sovyet sonrası Rus sinemasının en önemli filmi…





A.K. -Sen Sovyet sinemasını nerden biliyorsun? Ne izledin?

C.S. - Neden diye soracaksın.


A.K.
- Neden diye sormadın başka bir şey sordum.


C.S.-Çünkü bu film 110 dakikalık bir Sovyet tarihi olma başarısını gösteriyor. Ne belgesele kaçan bir tarih incelemesi ne de olup biten şeylerin bir kurmaca şeklinde gösterildiği bir tarihi-film bu.lenin’in yaşamının son günleri. İşte yıkanmasından tut,yemeğine kadar günlük yapılan ne aktivite varsa onları yaparken izliyoruz Lenin’i. Sadece Lenin’in sarayının içinde geçiyor film. Dışarıda geçen tek sahne ise bir av sahnesi. Lenin evdeyken bu bahsettiğim tarihin de gelişimini izliyoruz. Çünkü tarih senin de bildiğin gibi olup biten değil ancak olan şey bittiğinde incelenebilecek bir şeydir. Godard da Sinema Tarihi yapmaya başlamıştı hatırlarsan. Ona da sormuşlardı Sinema bittimi ki tarihini yapıyorsun diye. O da bir şekilde “evet bitti” cevabını vermişti. Neyse biz bugünden bakınca Lenin sonrası Sovyetlerin ne olduğunu da bildiğimiz için olaylar biraz daha anlamlı geliyor bize. Mesela Stalin’in Lenin’i ziyarete gelmesi. Troçki hakkında konuşmaları vs. Sonraki süreç halihazırda bilindiği için izleyicide tuhaf bir etki bırakıyor. Ama şöyle bir uyarı da yapayım,bu böyle dümdüz ilerleyen,şekilli bir film değil. Sapasağlam bir atmosfer filmi. Görüntü ve sanat yönetimi alabildiğine karanlık,gri ve talepkar. Bazen bir tablo izliyormuş gibi olsanız da Sokurov romantize etmiyor hiçbir şeyi. Bir tür hatırlatma,rüya atmosferinde bir hatırlatma bu film.






A.K. - Ne hatırlatması?,


C.S.- Biraz da şeyden bahsedeyim Sovyet tarihi derken neyi kastettiğimden.


A.K. - Ne hatırlatması diye sordum Cafer?


C.S.- Sovyetler birliği senin de tahmin edebileceğin gibi dünya tarihi açısından bir anomali örneğidir. Bu anomali 82 yıllık bir “deneyim-yaşam” örneğidir.


A.K. - 82? Allah allah.



C.S.- O güne kadar hiç denenmemiş bir şeyi bu Ruslar alıyorlar ve bir deneyelim diyorlar. Sen bu Rusları bilmezsin,batılı tipler gibi değildir bunlar. Yani bir felsefeyi alıp yok onu yapıbozuma uğratalım,yeniden yorumlayalım,teorize edelim falan diye düşünmezler. Daha çok şöyle bir şey yaparlar mesela ,”Hımm Sosyalizm mi? Hadi bunu hayata uygulayalım” evet aynen böyle. Ve yaptılar da. Ama iyi ama kötü yaptılar. Ne kadar sürdü? Kimileri der ki Lenin daha devrimi yaptığı anda sosyalizmi de bitirmişti. Kimileri der ki Lenin ölünce Stalin her şeyi ve her şeyle birlikte Sosyalizmi de mahvetti. Kimileri de iyi-kötü 1990’a kadar sosyalizmin yaşandığını iddia eder. Bunlar tartışılır tabi ama önemli bir durum var o da şu ki “olan” bir şey var bu işte. Olmuş ve yapmış adamlar.



A.K.- Ne yapmış?


C.S. - Sen şimdi tarih derken ne tür bir “tarih”ten bahsettiğimi de merak etmişsindir.


A.K. - Ne diyeyim Cafer. Git atlara su ver.



C.S - Tarih,hakkında fikir sahibi olduğumuz tarih varlığın tarihidir. Varlık varlığa geldiği andan itibaren tartışma başlar. Varlığa gelmek hep görme,görülme yoluyla tasvir edilmiştir. Yani varlık görsel bir altyapı sayesinde vücut bulmuştur. Oysa çoğusu bilmez. Aslında varlığa gelme dediğimiz şey işitseldir.


A.K.- Ne okudun sen bu sıra. Ne bu Schopenhauer mu, Nabi Yağcı mı?


C.S.-Tarih bir oluştur. Ve tüm Oluş’u ancak oluş tamamlandıktan sonra bilebiliriz. Sokurov da sanki 200 yıl önce ölen Alman gibi kendi çağını tüm oluşların tamamlandığı çağ olarak olumluyor. Alman Prusya’nın sonunu tarihin sonuna bağlarken Sokurov da Sovyetlerin sona ermesiyle tarihin tamamlandığını (sanki) söylüyor. Yani Sovyetlerin sona ermesi tarihin tamamlandığının son emaresidir.


A.K.-Kuzey Güney iyi lan aslında


C.S.-Sinema da varlığın kendini gösterme tarzlarından biridir yani fenomendir. Sokurov da bu gösterme tarzını bir “sona erme”ye imliyor. Bir sona erişin varlığa gelmesi. Ama dedim ya işitsel bişey bu. Her ne kadar sırtını görsele dayasa da özünde işitsel bir girişimde bulunuyor. Sezgi yoluyla kazanılan,işitilmez olanı temsil eden,ve işitilmez “için” konuşan bir sinema Sokurov’un yaptığı. Grenli, sanki bir rüyadaymış gibi yarattığı bu atmosfer de “için” konuştuğu,gösterdiği şeyin, temsil edilemez bir fenomen olması, sadece gösterilebilir ama sezilmesi için işitilmesi gereken bir “şey” olması nedeniyledir.Ama bu tarihin bir hareket yasası olması gerekmez mi? Diye soracaksın.


A.K.- Telefondayım. Hegel arıyor. O da seni dikkatle dinliyormuş.


C.S
.- Tarihin hareket yasası yoktur. Diyalektik varlığın varolma tarzının kendisidir Aras.


A.K.- Sakinleş Cafer.


C.S.-Bir de son olarak,Sovyet sanatı baskının altında gelişmiş,ilerlemiş bir sanattır. Özellikle edebiyat üzerinde inanılmaz bir baskı vardı. Bu baskı edebiyat kuramcılarına ,dilbilimcilere kadar uzanmıştı. Birçok isim sürgünde,zindanlarda hayatını kaybetmiş ve sistemli olarak uzaklaştırılmışlardı. Mesela Bahtin’i bilirsin. Adamı Kazakistan’a sürüyorlar. Bir yerden sonra kağıt bulamayıp sigara kağıtlarının üzerine yazmaya başlıyor kitaplarını. Ve en önemli eserlerini de bu dönemde veriyor. 1934-1938 döneminde en önemli eserleri sayılan “Romanda Söylem”,”Epik ve Roman”,”Romanda Zaman ve Kronotop Biçimleri” kitaplarını yazıyor. Ama dedim ya,adam sürgün. Bu aralıkta hastalanıyor da, tek bacağını kesiyorlar,kemik iltihabı (ki çok acayip acı veren,bezdirici bir hastalıkmış) ile vs uğraşıyor. Şimdi böyle Radikal Kitap Biyografisi gibi olmasın,ama böyle yaşamış işte adam. Ve üretmiş. Sen üretim bürosu falan diyordun ya hani?






A.K.- Vay be. Sonunda bana seslendin değil mi Cafer? Yeminle üstümü başımı yoluyordum sinirden. Evet,üretim bürosu falan diyordum. Ne oldu?


C.S.- İşte üretim bürosu olabilmek senin sandığın gibi sadece içkin bişey değildir. Bazen fiziki bir güç de gerektiriyor. Bunu yaşamdan ya da başka bir yerden almalısın. Ama kader buysa (evet bence “üretmek” kaderdir. Bu “kader”i de Demirkubuz’un kullandığı anlamda kullanıyorum. Marx’ın bir “yabancılaşmayı” imleyen “üretim” kavramı ise değerli olmakla birlikte başka bir yazının konusudur) her şeye hazırlıklı olmalısın. Çevreye de,sonuçsuz kalacak bir sürü çabaya da (Bahtin’in başlayıp,çeşitli sebeplerden bitiremediği kitaplarının sayısı senin yaşını geçer), alışılmalı böyle bir süreçte. Sakın ha bunu bir yazar bunalımı,”içine dönen” yaratıcı özne ya da mapusta hayatı çürüyen şair-edebiyatçı tribiyle karıştırma. Hiçbir şey yazmadan da,ortalıkta görünmeden de,öldükten sonra da devam eder bu üretim süreci. Bir düşünce kendi varlığıyla yaşamını sürdürür. Nasıl ki bir sürü ölmüş sinemacının,edebiyatçının yapıtları hâlâ düşünmeye devam ediyorsa hiçbir sonuca ulaşmasa da “çaba” bir varlık olarak düşüncede sürecektir.


A.K..- Peki bunu Sokurov’a, Boğa (Telets)’ya nasıl bağlayacaksın bakalım? Çağırdım çoluk çocuk,börtü böcek,ırmak,ağaç hep birlikte kanepede elma soyarak bekliyoruz. Hadi bağla?



C.S.- Ha. Şimdi. O şöyle. Bu Bahtin’in bahsettiğim dönemi Sovyet politik tarihinde Stalin dönemine denk geliyor. Filmde Lenin’in ziyaretine gelen Stalin’den bahsetmiştim hatırlarsan. Stalin’in tepeden inme “devrimi”nin bir parçası olan ve “kültürel devrim” diye bilinen süreç işte hem bu Bahtin’in sıkıntılarının doruğa ulaştığı hem de Sovyet “entelektüel” camiasının pasifize edildiği bir dönemdir. Filmin bu ziyaret bölümünde seyirci yavaş yavaş kendini Lenin’e daha yakın hissetmeye başlıyor. Filmin görüntü ve sanat yönetimi ise daha da karanlıklaşıyor. Lenin’in yüzüne yapılan yakın çekimlerin sayısı da bu sahneden itibaren artıyor. İnanılmaz bir hüzün var Lenin’in suratında. Şimdi klişe olacak ama sanki bütün bu olacakların farkında olan birinin hüznü bu. Sanki hayatını adadığı şeyin bir başarıya ulaşamadığını gören bir adamın hüznü. Ve Sokurov da bu “yanlış” tarihten Lenin’i ayıklıyor gibi. Sonradan neredeyse kurucularına yönelik bir ihanete dönüşen Sovyet rejiminin o hayati kırılma anında Lenin ölümüyle gelecek “olanlar”dan yırtarken Stalin olağanca sekülerliği ve canlılığıyla bir ihanetin sembolüne dönüşüyor.






A.K.- Bu kadar mı?

C.S.- Şimdilik evet. Genç Bakış başladı. Ona bir bakmam lazım. Biliyorsun.

A.K.- Biliyorum Cafer. O halde Mutlu Geceler sana.

C.S.-Bay bay.


Hiç yorum yok: