27 Ocak 2012 Cuma

Şubatlar Hep Gökdelen İnşaatları (Program)

İnsan doğduğu şubatları iyi bilmeli.

Böyle kısa bir ay için 3 film biraz fazla aslında. Okulların da Şubat'ın ikinci yarısında açıldığını düşünecek olursak 3 tane filmi bu küçük aya nasıl sıkıştırdığımızı görünce şaşkınlıktan gergedanlaşarak bir müddet Fecr-i Ati edebiyatı ile ilgilenebilirsiniz. Lakin telaş yapmayınız kısa süren sendromlar bunlar. Daha sonra tekrar mutlu geceler yaşayabilirsiniz. Sonuçta her şeyi mutlu geceler için yapmıyor muyuz zaten. Bekliyoruz bir şeyler olacak diye. Ama "Ne de bekliyoruz beklemek için değil" demeniz de mümkün ve makbul.


Şubat ayı büyük ihtimalle kötü geçecek. Havalar olsun,okullar olsun böyle bir ayın içinde nasıl şey olsun yani. Şey olmadığı zaman da kalın montlara sarılıp toplamda 14 kişinin ilgileneceği filmlerle seyircilerin karşısına çıkıyoruz.


Neyse. Şubat ayının ilk filmini sevdiğimden değil de "Olum böyle sanatsal manatsal nereye varıcaz biz yea" saikiyle hareket ederek seçtim. Valla bir ara Black Swan koymayı bile düşündüm ama "E yok artık" diyerek Annemi Öldürdüm'ü seçtim. Evet Annemi Öldürdüm'ü seyirci için seçtim. O yüzden de bağlam bulamadım. Seyirci için yapabileceklerim bu kadar. Daha popüler bir film bulamadım açıkçası. Ve yine açıkçası pek seyirci geleceğini de sanmıyorum. Ha seyirci gelse ne olacak? Ne olacak Cafer, dağılacak bütün toplananlar.


Şubat ayı filmleri şöyle :


15 ŞUBAT ÇARŞAMBA :Annemi Öldürdüm (J'ai tué ma mère)

Yönetmen : Xavier Dolan

Bağlam : Yok valla.






22 Şubat Çarşamba : Dekalog, Bölüm 9 :Komşunun Evine Tamah Etmeyeceksin

Yönetmen :Krzysztof Kieslowski

Bağlam : Dekalog Serisi









29 Şubat Çarşamba : Narların Rengi (Sayat Nova)

Yönetmen : Sergei Parajanov

Bağlam : Sergei Parajanov Sineması
















Şimdi şu son film için bişeyler söylemek isterdim ama ne söyleyim yani. Bütün filmler 17:30'da başlayacağı gibi bazan 17:35 de olabilir. Bu dünya böyle yürüyenler. Görüşmek ve çok dile çevrilen kitaplar yazmak dileğiyle esen kalın efendim.

23 Ocak 2012 Pazartesi

İnanılmaz Bir Kısa Film Hikâyesi (Konulu)

Woody Allen aradığında reaksiyonum havanın soğukluğuna da bağlı olarak acı bir gülümseme şeklinde gerçekleşmişti. Bir kolumu çarpışan arabanın direksiyonundan kaldırıp çalan telefon eşliğinde kulağıma götürdüm. Ve çarpışma seslerine karışan bir alo sesi çıkardım.





Woody olayların karıştığından bahsediyordu. Söylediğine göre sete gelmeliydim ve sorunları çözüp filmin problemsiz şekilde nihayete erdirilmesine yardımcı olmalıydım. Ben de yarın saat içinde (Pardon “Yarım saat içinde”) yanında olacağımı söyleyerek telefonu Woody’nin 1.57’lik boyunun surat kısmına denk gelen yerine kapattım.


Çarpışan arabaların acımasızlığı bilinir. Ben de özellikle yeşil ve griye çalan sarı renkleriyle iki arabayı idare eden kuzenlerimin ağır tacizine uğruyordum. “Oğlum bakın Woody arıyor,bi vurmayın iki dakka lan” diye telefonu elimde sallamama rağmen hiç aldırış etmemiş sarsıcı darbelerle siyah otoma çarpmayı sürdürmüşlerdi.


Onlardan kurtulmak ve Woody’e yardım etmek için arabayı kenara çekmeye çalıştım. Tam bu amacıma ulaştığımı düşünüp arabanın içinde ayağa kalkmış ve sağ ayağımı 30 cm.lik bir açıyla pistten dışarı doğru atmıştım ki lise yıllarında terk ettiğim ve bu terk edişin ardından 24 kilo aldığını gözlemlediğim eski sevgilim Sedef son sürat üzerime gelmek suretiyle otoma çarptı. Ayaklarım boydan boya açılırken “oaaaaooovvaaaovv” diye bir ses-feryat duyuldu dudaklarımdan. Bel altım pist dışına geri kalan tarafım ise piste düşmüştü. Bu olay olmadan önceki 3 saniyeyi ise havada yarım bukle kendi etrafımda dönerek geçirmiştim.



Kuzenlerim Yanıma koştular hemen. Bir taraftan da “Kim çarptı lan bu çocuğa” diye bağırarak etrafa terör saçtılar. Sedef “Ben çarptım,çok pardon ya” diye cevapladı haşin kuzenlerimi. Kuzenler de bir kız tarafından bu hale sokulduğum için önce bana acıyarak sonra da Sedef’e gülümseyerek baktılar. Ben böyle durumlarda yapılması gereken şeyi yaptım ve sanki tüm bunlar olmamış gibi davranarak. “Er geç insanlık tanrı parçacığını bulacak belki Cern’de belki bizim mahallede ama bulacak!” dedim. Özellikle son 3 kelimeyi haykırarak söylediğim için birkaç kişi refleks olarak “tabi ya” dediler. Bağıran bir insan her zaman daha çok ciddiye alınır ve onaylanır diye bir tespit de yapabilirdim ama tecrübelerim henüz tespit yapmaya imkan verecek sayıda değil.



Pistten koşarak uzaklaştım. Lunapark’tan çıkarken de annemi aradım ve eve gelmek üzere olduğumu ama anahtarım olmadığını söyledim. Annem de evde olduğunu üzerimde anahtarın olup olmamasının da bu yüzden önemsiz olduğunu,yemek olduğunu,yemem gerektiğini,babam gerekliliğini,gelsem iyi gerekli,dediğini dedi. Bir taksiye el ettim durmadı. Öbürüne “hop” dedim durmadı. Üçüncüsüne ıslık çaldım durdu. Bindim. Evin önüne yakın taksiyi durdurdum ve dışarı çıktım (ücreti de verdim. Böyle sıralı anlatmazsam okuyucunun aklı falan karışır neme lazım) Binanın 4.katına çıkıp zile bastım. Annem açtı,vardı. Hemen odama gidip filmin senaryosunun bir kopyasını aldım. Sonra hemen kapıya yöneldim ve anneme yemek yiyemeyeceğimi,Woody’nin beklediğini,gece gelmeyeceğimi,önümüzdeki birkaç haftanın da böyle geçebileceğimi,artist olduğumu (artist misin diye sorduğunu belirtmek isterim),eyvallah olduğumu söyleyip çıktım.





Sete geldiğimde durumun Woody’nin söylediğinden de kötü olduğunu fark ettim. Film ekibi kendi arasında gülüşüp Woody’nin gözlükleriyle dalga geçerken filmin başrol oyuncusu olması gereken Scarlett aslında başrol oyuncusu olmadığını anlayarak ağlıyordu. Avrupa’da çekilen filmlerde böyle olaylar olabileceğini söyleyip Scarlett’i avuttum. Filmin bir diger oyuncusu Javier Bardem ise senaryoya tekrar tekrar bakıp gözlerini ovuşturuyordu. Beni görünce “abi böyle sahne mi olur” diyerek elindeki bir tomar senaryo kağıdıyla üzerime yürüdü. Ben de “Tamam da kardeşim Javier, bir bak bakalım ben mi yazmışım o sahneyi? Yoksa Woody mi? Ha? Baksana. Hep bana çıkışıyonuz,adam orda işte na ,git ne derdin varsa anlat dayıoğlu” dedim. Javier gözünün ucuyla çadırda oturmuş film seyreden Woody’e baktı,sonra da bana dönüp “aman be,ben zaten yarın gidiyorum,ne yaparsanız yapın aslan” deyip omzumu iki kez sıkıp bıraktı.




Bu keşmekeş içinde sakince filmini izleyen Woody’nin yanına gittim. Bergman izliyordu tabii. Sahne de Sessizlik filminin son sahnesi. Kadın tren camını açıp yüzünü yağmura tutuyor falan. Film bitince Woody’e baktım. Mendiliyle gözlüğünün altından yaşaran gözlerini siliyordu.




“Hocam sorunu kısmen hallettim,çekime başlasak iyi olur hava da bozdu bozacak” dedim Woody’e. Woody arkasında olduğumu bilmediği için önce bir irkildi ve sonra hızlıca benden yana dönerek “kim bu” der gibi bir müddet gözlerime ve burnuma baktı. Cümlemin “ … iyi olur hava da bozdu bozacak” kısmına geldiğimde beni tam olarak çıkarmıştı ama bu sefer de benim cümle boşa gitmişti. Bu yüzden olsa gerek Woody cümlem biter bitmez “Kim?” diye bir soru sordu. Ben cümleyi tekrarlamak yerine. “Başlayalım hocam,hazırız” dedim kısaca. Woody dışarı çıktı. 3-5 saniye etraftaki keşmekeşi süzdü ve yeniden bana dönüp “Bu mu hazır lan babası belirsiz” dedi. Alınganlığımı bir kenara bırakıp “Ama Woody abi,senin de bir şey yapman gerekiyor. Şöyle bi vur yumruğunu masaya,oyunculara ve set ekibine bağır birkaç kez,anlasınlar ciddiyetini. Yoksa lavabom düşşün ki bitmez bu film bak söylüyorum” dedim. “E biz seni buraya niye çağırdık Cafer? Gel arkadaşları Urartu Tarihi hakkında bilgilendir diye mi? Yoksa bana az önce söylediğin şeyleri sen yap, şu filmi hayırlısıyla bitirelim diye mi? Ha?” Bir anlık sessizlik oldu. Ben tam sağlam argümanlı cümleler tasarlayıp konuyu kapatacak ve Woody’i göt edecektim ki Woody aniden “Bu arada hakkatende yea,bu Urartu Tarihi neymiş lan öyle ” dedi. Ben de bir anlık heyecanıma yenilip “neymiş abi” dedim. “Oğlum adamlar Asur’u falan dize getiriyorlar. Bir sürü beyliği bir çatı altında topluyorlar. Hem de o güne kadar merkezi bir devletin asla kurulamadığı Doğu Anadolu bölgesinde. Bugün senin Menua dediğin Argişti dediğin İşpuini dediğin adamlar çok mühim adamlardır” dedi. Ben de “II. Rusa’yı atlamamak lazım hocam. Biliyorsun Ayanis Kalesi falan gibi faktörler var bu adamı hatırlatan” dedim. Woody de “Haklısın oğlum Cafer. Gel bu adamları film ekibine de anlatalım belki acı ve azmin nasıl güzel sonuçlar doğurabileceğini anlayıp filme konsantre olurlar” dedi.



Urartu’da olup bitenleri anlatmak için ufak bir iş bölümü yaptık Woody’le. O Scarlett’i alacaktı ben de Javier’i. Woody Scarlett’e Urartu’nun kuruluşuna kadar olan dönemi anlatacaktı ben de Javier’e Krallık dönemi Urartu’sundan bahsedecektim. Sakince yaklaştım Javier’e. “Javier abi,geçende duydum da Bu Urartular çok acayipmiş. Düşünsene Adamlar Asur’un bile eline vermiş bir yerde. Tamam baktığın zaman ömrü kısa bir devlet ama bize güzel kırmızı perdahlı çanak çömlekler,İşpuini,Argişti gibi değerler bırakmışlar. Böyle değerleri unutmamak lazım. Onların bu çaba ve dayanıklılıklarını dikkatle inceleyip belki de aktüel hayatımıza kazandırmamız lazım. Ne dersin?” dedim. Javier sağ elinin işaret parmağını büküp yavaşça ısırdı. Sonra sakallarını kaşıyıp, dolan gözlerini saklamaya çalışarak “İşpuini! Ah İşpuini! Bilmez miyim. Devleti bir arada tutmak için devlet dini bile yarattı adam. Daha ne yapsın ha, ne yapsın aslanım Cafer” deyip bir eliyle yine omuzumu sıkıp öbür eliyle yüzünü kapattı. Scarlett ve Woody’e baktım,orda da işler yolundaydı. Urartu gerçekten de işe yarıyordu. Scarlett duydukları karşısında Woody’e sarılıp çılgınca ağlamaya başlamıştı. Scarlett’i bir süre teskin ettikten sonra Woody set ekibini ve oyuncuları yanına topladı. Bir sandalyenin üzerine çıkıp kısa bir Urartu Tarihi anlattıktan sonra “Başarmalıyız. Böyle insanların yaşadığı böyle bir dünyada bu filmi mutlaka tamamlamalıyız” diye haykırdı. Galeyana gelen set ekibi ve oyuncular “ Hadi bitirelim şu işi. Urartu için bitirelim Hadi.Hadi. Hadi.” diye haykırarak işlerine döndüler.





5 gün 5 gece aralıksız çalıştıktan sonra film sorunsuz bir şekilde nihayete erdi. Woody’i öpüp Has Turizm’le New York’a yollamadan önce ona Urartu Tarihi kitabını hediye ettim. Otogarda birbirimize sarılırken duygu yoğunluğundan titremeye başlamıştık. Sonra otobüs hareket etti. Woody elini kaldırarak bana selam verdi. Ben de aynen karşılık verdim. Otobüs uzaklaşırken Woody’nin hayal meyal kitabın kapağını açtığını ve kitabın daha ilk sayfasına sağ gözünden akan bir damla gözyaşının düştüğünü hissedebiliyordum.