29 Aralık 2011 Perşembe

Pierrot Beni Okula Gönder



Uyku ile okul arasında karşılıklı bir ilişki var. Ya uykudan feragat edip okula gidiyorsunuz ya da okuldan feragat edip uykuya gidiyorsunuz. Bu böyle sürüp gidiyor. Bizim gibi işi gücü olmayan insanlar bir de uykuya dalıp okullarını aksatınca “aa bugün gösterim var” cümlesini kurup başka bir şeye odaklanabiliyorlar. Yani en azından “uyudum-uyandım yine bir şey yapmadım” demeyip “okula gitmedin bari gösterime git” diyebiliyoruz. “Acaba yağmur yağacak mı? Bence yağmaz” tipinden meteorolojik tahminlerde bulunarak da günlük yaşamı sorgulama fırsatını ele geçiriyoruz.


21 Aralık Çarşamba da işte “ Nereye böyle bu işler” ağırlığındaki sorularla sarmalanmış bir gündü. İlk dönemin son gösterimi olan “Çılgın Pierrot”nun başlamasına 1 saat kala kalktım ve giyindim. Köşk’e gitmeye evden başladım.

…………………………………………………………………………………………………..


Godard hâlâ çok acayip. ”Bu nasıl ya” türünden cevapsız soruların eşlik ettiği anlar yaşatıyor insana. Çok kapsamlı,talepkâr filmlerden oluşan bir filmografisi var. Burada Godard üzerine yazdık birkaç şey. Onları tekrar etmenin lüzumu yok. Ama dünyada bizi şaşırtan bir şey kalmadı diye düşünen herkes birkaç Godard filmi izlemelidir bence.






Gösterime gelince. Fazla konuştum. Bir Godard filminin önünde sonunda ucu açık bir yere vardığı bilinen bir şey. O yüzden ne dersek diyelim “olayı” açıklamaya yetmiyor.

Ama yine de,


Bilindiği gibi Godard’ın ilk dönem “kederli filmleri” genel olarak “ölüm” teması etrafında şekillenirler. Godard’a göre ölümle şartlanmış bir hayatta olduğumuza göre yaşamak gereklidir. Çılgın Pierrot da sinemada bir girişimdir. Sinema hayatın bir temsili olarak hayatı teslim alır. Hayatı yaşamak için sinemada olduğu gibi bir “girişimde” bulunmak gereklidir. Bu girişim “Hayatını Yaşama”nın bir yoludur. Godard’ın ilk dönem filmlerinin hemen hepsinde izleyicilere bir “ölüm duygusu” verilir. Ve yine bilindiği gibi bu duygu boşa çıkmaz. ve filmin sonunda ana karakterlerden biri ya da birkaçı ölür. Ama Godard’ın ölüme bile bakışı bir tür “değişik”tir. Ölüm bile ciddiye alınmaz. Karakterler ölümü bile günlük olağan bir şey olarak karşılar ve ehemmiyet vermezler. Mesela Çılgın Pierrot’nun sonunda Ferdinand’ın “tüh be,şanlı bir ölüm olamadı bu” demesi gibi. (Bu ölümü bile ciddiye almama meselesinin tek istisnası Vivre Sa Vie filmidir)



Godard “Önemli olan var olanın farkına varmaktır. Gün boyu bu gerçek unutulur siz evlere ya da kırmızı ışığa bakarken yeniden belirir ve o anda var oluşun duygusuna sahip olursunuz” derken günlük hayatın dışında şekillenen bir yaşam duygusundan söz eder.Günlük hayatta,sözcüklerin,ağaçların ya da sevgililerin yerine bir başkasını koyabilirsiniz, onun temsil şeklini değiştirebilirsiniz ama yaşamı kaldırıp yerine bir başka şey koyamazsınız. Çılgın Pierrot işte bu duygunun filmidir. Ferdinand/Pierrot filmin bir yerinde “artık insanların yaşamlarını,yapıp ettiklerini değil yaşamın kendisini yazacağım” derken bu yaşamın günlük olağan yapıp ettiklerimizin tezahürü olan hayattan başka bir şey olduğunu bilmektedir.






Film boyunca kâh otoyollarda kâh dağda bayırda dolaşan Ferdinand ve Marianne herhangi bir yaşam belirtisi bulamazlar. Ancak filmin sonlarına doğru,uğradığı ihaneti de pek ciddiye almayan Pierrot iskele üzerinde sürekli bir melodi duyduğunu söyleyen bir deliye yaklaştığında “yaşam”a ilişkin birkaç ipucu alır. Sürekli bir melodi duyduğunu söyleyen adama “sen delisin” dedikten sonra bir tekneyle karşı kıyıya geçer ve Marianne ile sevgilisinin hayatlarına son verir. Daha sonra da kafasını dinamitleyerek kendi hayatını nihayete erdirir . Ama o melodi,delinin duyduğu o melodi sürmektedir ve sonsuzdur. Tıpkı Ferdinand’ın ölümle sonlansa da bitmeyen yaşamı gibi. Melodi yaşamda sürmektedir (Ferdinand bunu hayatının son anlarında da olsa “fark-etmiştir) 1965 yapımı bir film 46 yıl sonra bile “düşünebiliyorsa” gerçek ya da imaj fark etmez yaşama karışmıştır. O “melodiyi” duymaya çalışan Ferdinand hayattan yaşama doğru bir çıkış yolu bulmuştur (En azından perdede). Ve hayattan ayrılırken duyduğu rahatlığın ve ciddiyetsizliğin nedeni de budur. “Tüh be şanlı bir ölüm olmadı”




Bunlar tabii ki benim abartılarım ve anlamayı istediğim şekillerim. Seyirciler ise pek çok açıdan yaklaştılar filme. Postmodernizm’den akıl-duygu çatışmasına geniş bir yelpazede tartışıldı film.. Öte yandan filmde “ironiye kaçan bir karamsarlık” olduğu söylendi. Yani filme göre her türlü kalıp,film yapma kalıpları bile bitmiştir ve yönetmen de bu farkındalıkla “ironik” bir “eğlence girişimi”nde bulunmuştur vs.


Bu her taraftan girilebilen yapısıyla Çılgın Pierrot filmi ilk dönemin de kapanış filmi oldu. Hoş oldu.


Hiç yorum yok: