1 Eylül 2011 Perşembe

Jerichow ve Ayağa Kalkmadan Biraz Petzold







I- Jerichow. Postacı Kapıyı İki Kere Çalar'ın serbest bir uyarlaması.



II- Ali-Thomas-Laura.



III- Laura : Para için Ali ile evlenmiş. Ondan kurtulmak için çeşitli denemelerde bulunmuş ama muvaffak olamamış. Ali'ye karşı sevgi değilse de bir borç hissiyatı ile yaklaşıyor. Bir tür vefa ilişkisi. Ve "vefa" Hollanda doğumlu bir filozofun dediği gibi kederli bir duygudur. Ali ölüme her yaklaştığında seviniyor aslında. Thomas'a kızıyor Ali'yi kurtardığı için. Thomas'ı seviyor mu yoksa bir çıkış yolu olarak gördüğü için sevmeye mi uğraşıyor belli değil. Yine Petzold. Ve yine belirsizlikler. Demirkubuz : Belirsizlik varsa acı da vardır.



IV : Thomas :Ordudan atılma bir asker. Annesi ölünce parasız kalıyor. Ali ile karşılaşıyor. Bir kaza sayesinde. (Bir kaza sayesinde gelişen karşılaşmalar diğer Petzold filmlerinde de mevcuttur) Ali alkollü bir şekilde polislere (domuzlar diyor onlar için Ali. Filmde en çok geçen laf : Domuzlar) yakalanmamak için Thomas'dan yardım istiyor. Thomas da yardım ediyor. Başka bir sefer Ali polislere yakalanıyor ve Thomas'ı şoförü olarak işe alıyor. Thomas Laura'yı görüyor. Birçok kez görüyor. Seviyor da galiba. Bu işler pek belli olmaz.


V : Ali : Bir sürü büfesi var. Çoğu dönerci. Hemen hepsinde türkler çalışıyor. Ama asıl meselesi Laura. Saplantılı bir şekilde Laura. Fena halde Laura. "Türk Kıskançlığı" denebilecek bir şeyden muzdarip. Laura'yı deniyor sürekli. Acaba aldatacak mı diye. Önce Gülşen'in Nazar Değmesin şarkısıyla sırtakimsi bir dans yapıyor. Thomas "yunan dansı" deyince kızıyor. Sen Ağlama'yı çalıyor teypten ve Laura ile Thomas'a "hadi bana Almanlar nasıl dans eder gösterin" diyor ve birbirlerine yaklaşmalarına vesile oluyor. Daha sonra da bir tepeye çıkıp Laura ve Thomas'ın önce dans etmelerini sonra da öpüşmelerini izliyor. İntihar girişimi gibi bir şeyde bulunuyor ve Thomas onu kurtarıyor. Laura ve Thomas daha sonra Ali'yi öldürme planları yaparken Laura Thomas'a "keşke kurtarmasaydın" diye bu yüzden söylüyor. Ali bütün karakterlerine mesafeli yaklaşılan bu filmde aslında empati kurulabilecek tek karakter. Film sanıldığı gibi "domuz Türkler" demiyor. Sadece insan denen şeyin işte "öylesine" bir şey olduğunu söylüyor.





VI : Ve Nilüfer- Karar Verdim. Filme yakışıyor mu? Kesinlikle. Petzold ilk defa biraz "duygusal" Bu diğer filmlerine nazaran Jerichow'u daha kolay tüketilebilir hale getirse de bize biraz daha yakın bir hikaye olduğu için bu bir tür avantaja dönüşüyor.( Biz dediğim bu torpaklarda yaşayan herhangi bir insandır.) Almanya'da yaşayan türkler konusu Türk sinemasında birçok kez işlenmiştir. Fatih Akın da bu işin ekmeğini baya yemiştir. Ama Petzold'un François Ozon ile yarışabilecek bir sihirli dokunuşu var. Jerichow da bu sihirli dokunuştan nasibini almış bir film. Dışarıdan bir bakış bazen olayı daha iyi kavramamızı kolaylaştırıyor. Petzold'un da bu "dışarıdan" bakışı bazı şeylerin yerli yerine oturmasını sağlıyor. Ve Ali karakteri diğer göçmen filmlerinden ayrılarak "bir türk olarak Ali" değil "bir insan olarak Ali"yi sunuyor önümüze. Ve bu kadar. Hepsi bu.




YANİ BU ŞİMDİ YANLIŞ BİR FİLM Mİ?


"Sinema hareketli imgelerle düşünmek demektir" demiş bir adam. Eğer buysa Petzold gerçekten düşünüyor. Karşılaşmalar hayatın olduğu gibi sinemanın da özetiyse (karşılaşan imajlar,karşılaşan Thomas-Ali-Laura,bir karşılaşma hamlesi olarak kaza) bu karşılaşmaları günümüz sinemasında en iyi yaratan adamlardan biri Christian Petzold. Modern denilen dünyada karşılaşmalar daha çok kapalı alanlarda ya da teknolojik aletler sayesinde oluyor. Petzold için Araba da işte bu karşılaşma merkezlerinden biri. Araba ile yaşayan araba ile yaşamını şekillendiren ve karşılaştıkları insanları da arabanın içine sokmaya çalışan karakterlerin kol gezdiği filmlerden bahsediyoruz. Dünyaya arabalarından bakan milyonlarca insan. Belki de Petzold'un modernlik tanımı bu. Ali mesela Laura'yı araba ile takip ediyor. Onu zorla arabaya bindirmeye çalışıyor. Araba hep araba. Thomas'ı da arabasının şoförü yapıyor. Benzer bir şeyi Wolfsburg filminde de görüyoruz. Yine bir araba kazası sonucu bir çocuğun ölümüne neden olan bir karakter yaşadığı vicdan azabını hafifletmek için ölümüne sebep olduğu kızın annesiyle yakınlık kuruyor ve onu arabasının içine alıyor. Modern olandan uzaklaşmak için sahillere giden karakterler bir tür yolculuğa çıkıyorlar. Bir kaçış da diyebiliriz. Ama bu kaçış altlarındaki araba ve parasını vererek geçiş yaptıkları otobanlar sayesinde olduğu için kederli bir paradoksa neden oluyor.


Karşılaşmalar yaratmak. Karşılaşma durumları oluşturmak. Bu durumların kendi içindeki serbest dolaşımı. Ve bunları birleştiren bir el. Ve neredeyse orada olduğunu unutturan bir el. Çünkü size "bakın bu iyi" "bakın bu kötü" "bakın adalet yerini buldu" "işte bu doğru bu da yanlış" demiyor. Bu kavramların hepsinin karar verilemez olduğunu sezdiriyor. Yanlış da burada ortaya çıkıyor. Yanlış, doğrunun kararlaştırılamaz olduğunu belirten bir güç olarak ortaya çıkıyor. Bu noktada, evet,Petzold yanlış filmler çekiyor diyebiliriz.





BİR DİYALOG : O KARANLIKTA YERE DÜŞ.


- Arka sıralardan gelen gülüşmeleri işitiyorum. Sinema "yanlıştır" demiştik değil mi?

- Evet.

- İşte böyle zamanlarda insanın aklına Alesso Baldovinetti'nin Sarı Elbiseli Bayan tablosu geliyor.

- Anlatıcı : Hâlâ Genç Bakış izlemiyordu.