10 Mart 2012 Cumartesi

Yani Şimdi Böyle Neden et Aprés

Böylece Çarşamba bizim bütün öteki günlere yeğlediğimiz gün olmuştu.

En fazla dört ders saatinin sonunda, kendini tekrar etmekten ileriye gidemeyen profesörlerden kopup da Köşk’e doğru ilerlerken, bir ölçü birimi olarak “ders saati” kavramının enteresanlığı üzerine düşünüyordum. İnsan çok şeyler beklediği derslerin kendini yok etme ömrünün dört ders saati olmasına da çok içerliyor aslında. Neyse.

Bu haftaki film: 40 Metrekare Almanya (1986).

Bu haftaki seyirciler: Önceki haftalardan görmeye alışık olduğumuz seyirciler + 3 + 2

Bu haftaki sunum: Seyirciyi ayrıntılara boğmaktan kaçarken yüzeysellikle sınırlanakalmış bir sunum.

Bu haftaki film: 40 Metrekare Almanya (1986).

Bu haftaki altyazı: İngilizce.

Bu haftaki filmin süresi: Yaklaşık 2 “ders saati”

Evet. Kısaca “göç, Almanya, yabancı işçi” kavramlarına değinen bir sunumun ardından, bir salon dolusu insanla birlikte 40 Metrekare Almanya. Her zamankine ek olarak; iki Alamancı ve bir Alman(3), gösterimler üzerine röportaj yapmaya gelmiş görevliler(2).

Nevi şahsına münhasır olduğu kadar, ismiyle de her şeyini ta uzaklardan açık eden bu güzide filmimiz bittiğinde, salona farklı bir hava hakim olmuştu. Hali hazırda bildiğimiz şeyleri, güzel ve nitelikli bir sinema diliyle bize sunmaktan başka bir şey yapmamış gibi duran Tevfik Başer’i, takdir edenler veya ona “olmamış usta” diyenler çok orantısız bir şekilde bölünerek salona hakim olan farklı havayı, daha da farklılaştırmayı tercih ettiler. Filmden çok, “Almanya’da yaşayan Türkler” meselesi üzerine derinleşmeye gidilirken, herkes bu konuda söylenen şeylerin çok havada kaldığının farkındaydı. Bu noktada gözler ecnebi konuklarımıza dönmüştü. Onların ne zaman söz alacaklarını ve tartışmaya ne zaman ayrı bir boyut kazandıracaklarını heyecanla beklerken, Yaman Okay’ın şahane ve dolu dolu oyunculuğundan bahsetmeyi de ihmal etmedik.

Derken beklenen oldu. Kişisel deneyimlerinden yola çıkarak “göçmen” psikolojisini ilk ağızdan bize anlatmayı hedefleyen “Alamancı” seyircilerimizin söz alıp konuşmasıyla birlikte, tartışma beklediğimiz gibi bambaşka bir yöne ilerleyerek son buldu.

Milli kimliklerini ve kültürlerini kaybetme korkusunun onları kendi içlerine yöneltip, kendi izole dünyalarına hapsettiğini izlemek, Almanlardaki Türk algısının birincil mimarlarından olmuştu. Fakat yeni neslin çok kültürlülüğü kabul etmedeki esnekliği, kendilerinden önceki neslin kurduğu “konservatif Küçük Türkiye”nin sınırlarının da parçalanmasını kolaylaştırmakta. Böylece, oldukça yakın bir dönemde “Alamancı Türkler” yerlerini “Türk asıllı Almanlar”a bırakacak gibi görünüyor, diyerek göç üstüne sosyo-bişeysel “tespit”lerimizi de burada belirtmiş olalım, bir değişiklik olsun. Neyse.

Son olarak, salonda alınan ortak karar neticesinde ise Tevfik Başer gerek oyuncu yönetimiyle ve gerek görüntü yönetmeni seçimiyle herkesten büyük bir alkış aldı.

Salondan ayrılırken, ardımızda “’Almanya’ya göç’ üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri” gibi büyük büyük laflar bıraktığımızı görmek ise bizi biraz ürkütmüştü.

Not gibi bir şey: Böyle de bir iletişim adresimiz daha oldu bizim, facebook gibi, grup gibi: http://www.facebook.com/groups/ellinciyilkoskufilmleri/ Oraya da.

1 yorum:

denge dedi ki...

Hemen Beno'ya laf sok...

Milli Görüş gömleğini bir an önce çıkarmalısın uğur e.