Yaşamın tam ortasına ayna tutma
vazifesi üstlenmiş nevi şahsına münhasır filmlerin sahibi Sean Baker, bir
önceki çalışması Tangerine (2015) sonrasında verdiği bir röportajda, artık
kemikleşmiş üç perdeli yapı modelinden olabildiğince uzak durmaya çalışacağını
söylüyordu. Eseri kabaca; giriş, gelişme (çatışma), sonuç olarak parçalayan bu
bilindik formül, senaryoların başat öğesi olarak yıllarca gözümüzün önünde
tekrar tekrar cereyan edip durdu, ileride de şüphesiz varlığını devam ettirecek.
The Florida Project ise, Baker’ın söyleminin arkasında durma yoluna sağlam bir adım attığının kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. Geleneksel anlatı kalıpları izleyici alışkanlıklarını yönlendirdiğinden, bunun dışına çıkan her türlü girişim, artık bir konfor alanında yer alan izleyiciyi fena halde dürtüyor. Bu da kimilerini memnun edip katılımcı bir konuma gelmeye çabucak ikna ederken, kimilerini de yüksek duvarların arkasına kendi kabuğuna itiyor.
Filmin başında Moonee ve Scooty’yle
tanıştırıyor Baker izleyicileri. Florida’da Walt Disney World - Magic Kingdom
yakınlarındaki Magic Castle moteli, düşük gelir düzeyine sahip kişilerin kalıcı
olarak konakladığı ya da şehre adapte olmaya çalışanların yeni bir düzen
kurmadan evvel basamak olarak kullandığı görece ucuz bir barınma alanı. Sakinlerin
her birinin karnını doyurma, iş bulma minvalinden problemleri var. Moonee ve
Scooty de burada anneleriyle yaşayan ve bunca yoksulluğun arasında, kendilerine
has bir dünya kuran, günleri haylazlık peşinde deviren iki küçük arkadaş. Sahte
ve aşırı renkli mekanların arasında, tüm bu plastikliğe aldırış etmeden, eldeki
kıt imkanlara rağmen gülmeyi, eğlenmeyi keşfetmişler ve yaşlarının gereğini
yerine getiriyorlar. Yokluğun farkında olacak yaştalar, ama bunu dert etmiyor
gibiler. Sean Baker, bahsi geçen tanıştırma işini ortadan başlayarak yapıyor adeta.
Bel hizasına inmiş kameranın, oyun oynayan çocukların peşinde koşmasıyla açıyor
filmi. Gördüklerimizin öncesinin var olduğuna eminiz, ama Baker bununla
ilgilenmiyor ve bizim de ilgilenmemizi istemiyor. Sadece tanık olmamızı ve
Moonee’nin, annesi Halley’nin, Scooty’nin yaşamlarına temas etmemizi talep
ediyor. Aldığı kesitin pelikülden taşırdığı duygulanımlar Baker’ın asıl önceliği.
Bu duygulanımlara yoğunlaşıyor. Bel hizası mevzusu ise hadiselerin çocukların gözünden
bir bakış açısıyla değerlendirilmesi için bir nevi.
Daha filmin başında ikiliye, motele
yeni taşınan Jancey de katılıyor. Fakat boş müstakil evlere yapılan bir
gezintinin, alevlerle sonuçlanması, Scooty’nin annesinin Moonee’yi sakıncalı
arkadaşlar listesine dahil etmesine ve Scooty’nin gruptan koparılmasına neden oluyor.
Nihayetinde grubun nüfusu yeniden ikiye düşüyor. Boş ev ziyareti, o yaşlardaki
bir grup çocuk için oyun niyeti taşısa da; camların kırılması, duvarların
yetersiz darbelerle yıkılmaya çalışılması, koca bir öfkenin tezahürü aslında. Büyük
ihtimalle ne öfkenin ne de öfkenin kaynağının/muhatabının ne olabileceğinin farkındalar,
sadece içlerinde birikmiş olan yıkıcı duyguları, haylazlık kisvesi altında
boşaltmaya çalışıyor gibiler. Hıncı evden çıkarmak için atılan son adım,
şömineye doğru oluyor ve evi alevler sarıyor.
Antropolog David Harvey’nin kentlerdeki boş ev sayısının evsizlerden
daha fazla olması tespiti, filmin göze sokmadan gösterdiği ama en çok da hissettirdiği
yoksulluk mefhumunun anahtarı belki de. Bir tarafta, emlak krizinin atıl bıraktığı
evler, bir tarafta da günü kurtaracak yemek bulmakta zorlanan ve ödenmekte
güçlük çekilen kiralar nedeniyle sokağa atılma tehlikesiyle karşı karşıya olanlar… Baker
kamerasını bir belgesel doğruculuğuyla gezdiriyor film boyunca. Ajitasyondan da
mümkün mertebe kaçınıyor.
Yangın hadisesinin akabinde Moonee’nin
annesi Halley ile, Scooty’nin annesi Ashley’nin arası açılıyor ve dostluklarını
bitirme evresine geliyorlar. Bu noktada bir kutuplaşma baş gösteriyor ve bir
köşeye, oğlunun yaptığı şeyi kabul edilemez bulduğu için onu kötü çevresinden
uzaklaştırmaya çalışan Ashley’nin anneliği; öteki köşeye, kızının hayatını
değiştirmeye çalışmayan, ancak onu dünyanın kirine karşı dayanabilecek güce sahip,
kendine güvenen bir birey olarak yetiştirmeye çalışan Halley’nin anneliği
yerleşiyor. Baker’ın bu konudaki taraf tutmayan tavrı, olayları süslemeden aktarmaya
çalışan tavrıyla enfes bir paralellik gösteriyor. Ahlaki kavramların
muğlaklığını göz önünde bulundurarak, yargılayıcı olmaktan uzak durmayı seçen;
bunun yerine de kamerasının odağına iki tarafın sevgisini yerleştirmeyi deneyen
hamleler yapıyor.
Filmin dudak ısırtan bir diğer güçlü
noktası da tekrar edilen eylemlerden inşa ettiği, gündelik yaşama dair
unsurların ön planda olduğu anlar. Konvansiyonel anlatı kalıplarının yine
dışladığı bu metot, Baker’ın gerçekçi tavrını katbekat besleyen bir öğe
olarak filmin kritik anlarına serpiştirilmiş halde. Halley’nin geçinmek için satıcılık
yaptığı sahneler ya da ana – kız yenilen yemekler tekrar tekrar kendini
gösteren, karakterlerin yaşamından kesit alan, belgeleyen ve bir ölçüde de karakterleri
derinleştiren kısımlardan.
Henüz umudun yitmediğini yüzümüze
vuran çarpıcı final sahnesiyle, The Florida Project, seyirciyi bir
kereliğine de olsa akılcı olandan yana olmayı bırakmaya davet ediyor sanki. Bir
şikayet sonucu devreye giren Sosyal Hizmetlerin annesinden koparmaya çalıştığı
Moonee, görevlilerin elinden kurtuluyor, çaresizce arkadaşı Jancey’nin kapısını
çalıyor. Jancey tereddüt etmeden biricik dostuna el uzatıyor ve iki kafadar el
ele tutuşup film boyunca adı geçen ama hiç görünmeyen Disney World’e
kaçıyorlar. Sonlarla ilgilenmeyen Baker burada da kendini gösteriyor ve filmi kesiyor.
Geriye ise güçlü duygular bırakmayı başarıyor.
Bir çocuk için sağlıklı olanın ne olacağı malum belki, ama sonunda yetişkinlerin kazanacağı kesin olsa da, buruk bir gülümsemeyle, arzularının peşine düşen iki çocuğun savaşını desteklemek böyle bir filmin kapanışına yakışan bir izleyici davranışı oluyor.
The Florida
Project, gri bölgede çıktığı gezintiyi
tebessümle izleten ama ele aldığı temaları yumuşatmaya ya da provoke etmeye yeltenmeyen
epey sert bir film. Sean Baker’ın yalın, gerçekçiliğe göz kırpan ve her anlamda
hisleri temel alan tercihleriyle etkileyici bir deneyim olarak 2017 yılının en parlak
işlerinden biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder