15 Ağustos 2012 Çarşamba

Thank You Mario But Princess Is In Another Castle




Mustafa Sandal’ın ilk albümü gibi bir sevgilim vardı. Bazen bana “anlamazsın anlamazsın” diyerek sitem eder bazen de “Suç Bende” diyerek özeleştirel bir muhasebe yapardı. Çok kızgın olduğu zamanlarda “Beni Ağlatma” kıvamında uyarılarda bulunur bazan da ne varsa “hep bana anlatır“ ve “yokluğumda çok kitap okuyarak” kendini geliştirirdi.



Ama heyhat! O bu kadar içten ve samimi bir ilk albüm gibi davranırken ben Ajda Pekkan’ın 1975 yılında çıkan “Ajda” albümü gibi tavırlar sergilerdim. Bazen bir “Tanrı Misafiri” gibi evine gider bazen “Sen bak kendi derdine sana ne sana ne” şeklinde artistlikler yapardım. Elbette “Nasılsın iyi misin” türünde yakınlaşmalar ve “Seninleyim” türünde bir kızın hoşuna gidecek sahiplenme ve sevme söylemlerinde de bulunurdum ama genel tavrım hep “Palavra palavra” ve “Kimler geldi kimler geçti” arasında gidip gelirdi.





Kısa süren bu ilişkinin ardından insan elbette şöyle düşünüyor: Peki ya Çelik’in ilk albümü (Benimle Kal) nerede?

Hepinizin bildiği gibi bu tip soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tıpkı Henri-Georges Clouzot’nun L’enfer’i neden bitiremediğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz gibi. O kadın, ah o kadın, o Trt 2 gibi kadın Romy Schnieder’ı neden izleyemediğimizi hiç anlayamayacağız. Ama işte hayat bu ya yine de bazı ipuçları bulabiliriz. Ve Romy Schnieder’ı tadı damağımızda kalsa da gümbür gümbür izleyebiliriz: “L'enfer d'Henri-Georges Clouzot” İşbu belgesel Clouzot’nun “neden olamadı abi” sorusu etrafında şekillenen çekim maceralarını anlatır. Bu filme baktığımda şunu gördüm: Aslında bazı şeyler yarım kalmalıdır dostlar.



İşte bu ilişkiler meselesi mesela. Tamam Demet Akalın albümleri gibi insanlar da girdi hayatımıza ama söylemesi ayıp Tom Waits Greatest Hits gibi insanlarla da haşır neşir olduk. Ama şu Mustafa Sandal’ın ilk albümü olan arkadaşı tekrar düşündüğümde “ortayı bulmak” lazım diye düşünüyorum. Mesela bu arkadaş ile bir gün Western konusunda bir tartışmaya girmiştik. Ben “Western ne yea” ayakları yaparken o bir kızdan beklenmeyecek şekilde geniş bir Western kültürüne sahip olmanın avantajıyla döktürüyordu. Sonra birdenbire şuna yakın bir cümle kurdu : Peki ya Butch Cassidy And The Sundance Kid ne olacak Şirine?

Herhangi bir türe karşı toplu tecavüze girişmeden önce sevgili dostlar, bazı istisnaları önceden ayırmanız ve tartışma öncesinde şerh düşmeniz lazım. İşte ben o gün bunu öğrendim. “Onun da anasını..” diyecekken susup kaldım. Hayır gel bana amcamkızı, gel John Ford ile gel, Howard Hawks ile gel hatta Sergio Leone ile gel, ama gelmedi. Ben de “Butch Cassidy And The Sundance Kid”in klasik bir western sayılamayacağını işte onda postmodern yaklaşımlar olduğunu vs. vs. söyleyerek konuyu kapattım.

Hayatını böyle ıvır zıvırlar ile harcayan birçok insan gibi biz de hayatı filmler işte efendim kitaplar üzerinden falan tanıdık. Bunu da bir entelektüel yaşam için yapmadık. Sanırım sebep çok basit. Böyle yaşıyoruz çünkü başka bir şekilde yaşamayı bilmiyoruz. Tanıdığımız çok insan oluyor.  Belki de bu yüzden merak ediyoruz. Mesela ben şimdi gerçek hayatta Mişkin’i,  Thérèse Raquin’i nasıl tanıyacaktım? Ya  Behçet Bey’i, Hikmet Benol’u, Tristam Shandy’i ya da  Orlando ve  Malone’u?

Aynı şekilde “Butch Cassidy And The Sundance Kid” i izlemesek Sundance Kid gibi dostu nerden tanıyacaktık. (Evet Sundance Film Festivali adını bu karakterden almıştır). Bir yerden sonra aşk meşk de öyle sıkıcı bir hale geliyor ki özellikle filmlerde başka şeyler arıyorsunuz. İşte Butch Cassidy And The Sundance Kid’in dostlukları ya da Konuş Onunla’da Benigno ve Marco’nun arkadaşlığı gibi şeyler.




Ama şu da var ki hiçbir ilişki ne “On The Other Side Of The World” kadar iyi  ne de “Üzecek Adam Çok” kadar kötü olabilir. Bence bu işin ortası  Keiner Liebt Mich gibi “bunlar gelir geçer biz hayatımıza bakalım” türünde alçakgönüllü yaklaşımlar ya da Mustafa Sandal’ın ilk albümünün o müthiş parçası Bize Gidelim Beyler gibi olmalıdır. Kaçırdığınız her şey başka bir kalede başka bir hayata dönüşeceğine göre ağlayıp zırlamak yerine bu içten debut albümler gibi insanları eğlenceli kanepelerde uzanmalıyız.


Not: Bu yazının herhangi bir konusu yoktur.

Hiç yorum yok: