4 Eylül 2017 Pazartesi

Geri Dönmenin İmkansızlığı ya da Birkaç Sonsuzluk Ânı



Aklımda sadece bazı görüntüler ve replikler var. “O bizi bir milyon yıldır bekliyor,” mesela. Miranda, Hanging Kayası'na çıkmadan önce söylüyordu bunu. Picnic at Hanging Rock da biraz bu aslında. Bir yere gitmek, seni beklediğine inandığın bir yere, bir şeye ve geri dönmemek.

Gerçek hayatta (o da ne demekse) karmaşık olan, çözemediğimiz ve asla çözemeyeceğimiz şeyler varken sinemadan ya da genel olarak sanattan bu kadar netlik beklememiz anlamsız geliyor bana. Picnic at Hanging Rock bu yüzden başyapıt aslında. Dört kız ve hocaları 1900’lü yılların başında Avustralya’da Hanging Kayası'na çıkar ve ikisi hariç hiçbiri bir daha geri dönmez. İki kız ve hocasının akıbeti hiçbir zaman bilinmeyecektir. Geri dönen Irma ise “orada” ne olup bittiğini hiçbir zaman hatırlamayacaktır.

Elimizde fikir yürütebileceğimiz birkaç şey kalır. Miranda’nın Sara’ya “sevecek başka birilerini bulmalısın, ben bir daha dönmeyebilirim” demesi mesela. Filmle ilgili yazılmış şahane yazılar da var. Ama üstüne ne yazılırsa yazılsın, yönetmen Peter Weir’ın dediği gibi “onlara ne olduğunu kimse bilmiyor.”

Bu bence harika bir şey. Yani ortada açıklanması gereken bir durum olması ama açıklanamaması. Filmin Freudyen ve Viktoryen okumalarında bolca “cinsel atlas” “baskı dönemi” “kapalı ve baskıcı olanın karşısında doğanın kollarına dönüş” vs. gibi başlıklar görebilirsiniz. Hepsi doğru olabilir. Ama bence önemli olan filmin izleyici üzerinde bıraktığı o mistik etki. Çok basit, üç insan “yukarıya çıkmıştır” ve bir daha dönmemiştir. Filmin başında Miranda’nın dediği gibi ya da alıntıladığı gibi “bir rüyanın içindeyiz” belki de.

Sinemanın hayatı aştığı ve bir anlamda şartlandığı hayattan bağımsızlaştığı anlar var diye inanıyorum. Bu anları sadece çok iyi filmlerde görebiliyoruz. Öteye geçmek, ötesini hayal edebilmek ve sonsuzluğun bir çizgisine dönüşmek... Sinema bunu başarabilen sanat dallarından biri. Picnic at Hanging Rock da bu “bağımsızlaşma” anına ulaşabilen filmlerden. Her bir karesi kutsanmış gibi bir hipnotik etkiye dönüşen ve kendinizi filme bıraktığınızda izleyici konumunu terk edip o deneyimin bir parçasına dönüşebildiğiniz…


Picnic at Hanging Rock’ı hep müzikleriyle, bazı şeylerin belirsizliği ve bu belirsizliğin güzelliği üzerine düşünürken hatırlıyorum. Film de adeta bizi belirsizliğin güzelliği ve sonsuzluğu üzerine yolculuğa davet ediyor. Bu davete hayır demek büyük bir kayıp.

Hiç yorum yok: