Aklımda
sadece bazı görüntüler ve replikler var. “O bizi bir milyon yıldır bekliyor,”
mesela. Miranda, Hanging Kayası'na çıkmadan önce söylüyordu bunu. Picnic at
Hanging Rock da biraz bu aslında. Bir yere gitmek, seni beklediğine inandığın
bir yere, bir şeye ve geri dönmemek.
Gerçek
hayatta (o da ne demekse) karmaşık olan, çözemediğimiz ve asla çözemeyeceğimiz
şeyler varken sinemadan ya da genel olarak sanattan bu kadar netlik beklememiz
anlamsız geliyor bana. Picnic at Hanging Rock bu yüzden başyapıt aslında. Dört
kız ve hocaları 1900’lü yılların başında Avustralya’da Hanging Kayası'na çıkar
ve ikisi hariç hiçbiri bir daha geri dönmez. İki kız ve hocasının akıbeti
hiçbir zaman bilinmeyecektir. Geri dönen Irma ise “orada” ne olup bittiğini hiçbir
zaman hatırlamayacaktır.
Elimizde
fikir yürütebileceğimiz birkaç şey kalır. Miranda’nın Sara’ya “sevecek başka
birilerini bulmalısın, ben bir daha dönmeyebilirim” demesi mesela. Filmle
ilgili yazılmış şahane yazılar da var. Ama üstüne ne yazılırsa yazılsın,
yönetmen Peter Weir’ın dediği gibi “onlara ne olduğunu kimse bilmiyor.”
Bu
bence harika bir şey. Yani ortada açıklanması gereken bir durum olması ama
açıklanamaması. Filmin Freudyen ve Viktoryen okumalarında bolca “cinsel atlas” “baskı
dönemi” “kapalı ve baskıcı olanın karşısında doğanın kollarına dönüş” vs. gibi
başlıklar görebilirsiniz. Hepsi doğru olabilir. Ama bence önemli olan filmin
izleyici üzerinde bıraktığı o mistik etki. Çok basit, üç insan “yukarıya çıkmıştır”
ve bir daha dönmemiştir. Filmin başında Miranda’nın dediği gibi ya da
alıntıladığı gibi “bir rüyanın içindeyiz” belki de.
Sinemanın
hayatı aştığı ve bir anlamda şartlandığı hayattan bağımsızlaştığı anlar var
diye inanıyorum. Bu anları sadece çok iyi filmlerde görebiliyoruz. Öteye
geçmek, ötesini hayal edebilmek ve sonsuzluğun bir çizgisine dönüşmek... Sinema
bunu başarabilen sanat dallarından biri. Picnic at Hanging Rock da bu “bağımsızlaşma”
anına ulaşabilen filmlerden. Her bir karesi kutsanmış gibi bir hipnotik etkiye
dönüşen ve kendinizi filme bıraktığınızda izleyici konumunu terk edip o
deneyimin bir parçasına dönüşebildiğiniz…
Picnic
at Hanging Rock’ı hep müzikleriyle, bazı şeylerin belirsizliği ve bu
belirsizliğin güzelliği üzerine düşünürken hatırlıyorum. Film de adeta bizi
belirsizliğin güzelliği ve sonsuzluğu üzerine yolculuğa davet ediyor. Bu davete
hayır demek büyük bir kayıp.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder