29 Nisan 2012 Pazar

Bazı Noktalarda Kesişiyor Olduğumuzu Görmek Anglosakson Sanatı Üzerinde Bu Kadar Etkili Olmamalıydı


Ne zaman bir Sokurov filmi izlesem, yılın dokuz ayı yanımdan hiç ayırmadığım montumu giyip bir şeyler yemek üzere evden dışarı çıkarım. Geçen akşam da aynısı oldu (Film: Faust (2011) Saat: 22.54 Yemek: Tavuklu pilav).


Neyse.


Gelelim 18 Nisan Çarşamba gününe: O gün yapmayı kararlaştırdığımız Bruno Dumont hamlesine, hava hiç beklemediğimiz bir reaksiyon gösterdi: Çok ama çok yağmur.


Haliyle katılım az. Salonda aşağı yukarı 10 kişi. Tuhaftır ki, bazılarının derse gitmesine engel olan yağmur, yine bazılarının bir Bruno Dumont filmine (İsa’nın Yaşamı) gelmesine engel olamamıştı.



Filmden önceki sunumda kısaca Dumont sinemasının o betimlenemez yapısını izleyicilere anlatmaya çalıştık. Bize göre sinemayı bir düşünme biçimi olarak ele alan bu Fransız yönetmenin, genel tavrını belirtmeye çalıştık. Ama en iyisinin bir an önce filme geçmek olduğunun farkındaydık. Ve öyle de yaptık.


Film bittiğinde, ona eşlik eden yağmur da kesilmişti. Fakat biz, bu fırsattan yararlanıp bir an önce Köşk’ten ayrılmak yerine, yine oturup film üzerine konuşmayı tercih ettik.


Ve filmin adıyla içeriğinin arasında bir bağ kurmanın zorluğu, doğal olarak şu soruya yol açmıştı: “Filmin adı niye İsa’nın Yaşamı?” Hepimizin kendince cevapları vardı. Bazıları bunu salondaki diğer dokuz kişiyle paylaşmayı, bazıları da dışarıya çıktığında rastladığı ilk yakın arkadaşına söylemek için belleğinin bir köşesine yazmayı tercih etti. 


Filmin beden üzerinden işleyen yapısı (cinselliğin sert dışavurumu, bedenlerin vurgusu, ırkçılığın bile bir taklit -yani bir beden kullanımı- imajı ile gösterilmesi, tepkilerin bedenselliği vs.) ile Hristiyanlıkta da “beden”in ön plana çıkarılıyor olması (İsa’nın yaşamı) arasında oluşturduğumuz organik bağ için, salondan “Hmm.. Evet, güzel…” onayını aldık. Dumont’un o “düşünen sinema” olgusunu imleye çalışıp onun üzerinden konuşmayı denedik. Sonra da… Sonra da evlerimize gitme kararı, bittabi.


Salonun sandalyeleri düzeltilirken, bir taraftan montlarımızı giyip bir taraftan da “Yağmurun olduğu yerde… Sadece yağmur vardır.” diyen 1922 Indianapolis doğumlu, Amerikalı bir yazara inat; yağmurun olduğu yere, bir Dumont (İsa’nın Yaşamı) filmi koymuş olmanın haklı gururunu yaşıyorduk.

Hiç yorum yok: