26 Eylül 2012 Çarşamba

Hiç Uğur Eymirli Tarifi Verecek Adam Kalmamış Kadın Bu Memlekette



İnsan bir Uğur Eymirli nedir diye düşünüyor sevgili dostlar. Siz de sorun kendinize bir Uğur Eymirli nedir hakikaten? Bu insandan ya da bir insandan portre çıkartmak nasıl gerçekleşir. Ne yapıcaz hayatını mı anlatıcaz mesela. İyi anlatırız da ben şimdi başlayamam ki 1990’da Denizli’de dünyaya gelmiş falan diye. Benim için bu kadarı bile yeter. Düşünsenize bu adam, böyle bir adam 1990’da dünyaya gelmiş. Six Feet Under ile Bücür Cadı’yı aynı anda sevebilmiş, Seinfeld’in Larry David dönemini ezberlerken Üzgünüm Leyla’nın bir bölümünü bile kaçırmamış, Varoloşçu olarak başladığı ama Friends ile Hümanizme doğru kayan bakış açısı bir kurban bayramında uzun uzun düşünüp “Ben artık varoloşçu değilim lan” cümlesiyle bir anlamda nihilist bir noktaya devrilmiş, elinden geldiğince de B filmi takip etmiş hatta azıcık da Kazım Kartal’a benzemiş bu adam, hiç Antisilence dinlememiş, kısa ömrünün bir bölümünü Lars Von Trier alıntılarıyla geçirmiş bu adam, bu Uğur Eymirli gibi adam nedir dostlar?



Bu soruya az da olsa yanıt verebilmek için bir başka soruya başvurmamız gerekiyor: Bir Denizli nedir dostlar? Bu kentin adının Deniz ile alakalı olmadığını hepimiz biliyoruz artık. Peki ne ulan o zaman. Niye böyle adamlar çıkıyor bu memleketten, niye hepsi D.A.L’da okuyor. Traverten kelimesini türkçemize, Hasan Ali Toptaş’ı edebiyatımıza kazandırmak dışında ne yaptı bu kent? Bu Grunge havaları nedir, nedir bu mutsuz Denizli insanları galerisi. Bak bundan yıllar evveldi sayın okuyucu o zamanlar Uğur Eymirli daha Denizli’deydi, Goldmax’te hiçbirimizin izlemediği Peter Greenaway filmlerini izliyordu. Ama ben yani bir gece aniden Rükneddin olan ben İzmir’deydim. Bir kız vardı. Bu kız da Denizli’de doğmuş, buraya da okumaya gelmiş falan filan bir kızdı. Şimdi ONX club olan yer o zamanlar Leman Cafe idi, bir gün bir gösterim sonrası bu arkadaşla işte o Leman Cafe’ye gitmiş ve üç dört saat mutsuzluk ve acı üzerine konuşmuştuk.  O bu durumun Denizli ya da başka bir kentle ilgili olmadığını tamamen bir “kuşak problemi” olduğunu iddia ediyordu. Sanırım değişen bir dünyadan ve bu dünyaya aynı hızla uyum sağlayamayan insanlar olduğumuzdan da bahsetmişti. O da D.A.L mezunuydu, sonra gitti kız, baya bildiğin okulu da bırakıp Denizli’ye gitti, diğer insanların girmek için yıllarca çalıştığı bir bölümü bir dönemde bırakıp gitti, aynı oranda mutsuz ana ve babasına Denizli’ye, ama niye lan Denizli’ye?



Ama bu adam, bizim adam, orası neresi burası bir adam Uğur Eymirli’yi böyle bir kategoriye sokmak istemem. Denizli gibi bir yeri sadece ben mi tuhaf buluyorum diye hocamız ve dostumuz Murat Göç’e danışmıştım zamanında. Ben “biliyor musunuz Uğur Eymirli Denizli doğumlu” dediğimde Murat Göç “Hadi ya Denizli’den adam çıkmaz aslında ama Uğur iyiymiş ” demişti. Alın size bir başka bakış açısı. Alın yeni bir doxa. Biliyorsunuz Leibniz zamanında öznelerin bakış açılarının olamayacağını, bakış açılarının zaten var olduğunu bizim bireyler olarak bu bakış açılarına yerleştikçe özneleşebileceğimizi belirtmişti. Bizler birey birey bu Denizli kentini bakış açılarına boğabilsek belki gerçeği göreceğiz ama o iş de öyle kolay değil.



Araştırdığımız kadarıyla Uğur Eymirli’nin büyük büyük ataları Türklerle İslam dünyası arasındaki ilk ilişkilerden birini Maveraünnehir taraflarında başlatmış. Eymirli’nin ataları Arap gazileri aracılığıyla Müslümanlığı kabul edip karşı tarafa geçerken daha önceki üretim biçimlerini de unutmamış ve bu serbest üretim biçiminin İslam’daki gaza (kutsal savaş) kavramıyla bir uyum içinde olduğunu anlamışlardı. Ama tam bu sırada İslamiyeti İran topraklarından geçerken kabul etmiş kabilelere dayanan Danişmentliler devleti Eymirli’nin atalarının kafasını bir hayli karıştırmıştı. Danişmentli devleti parasının üzerine hükümdar resmini, yanı başına bir ayetten parça ve onların yanına da Aziz Georgius ile mitolojik bir ejderha tasvirini bastıran adeta Bizans’ın asimilasyon politikası umutlarını haklı gösterecek kadar hoşgörü sahibi bir devletti. Ama Eymirli’nin ataları o zamanlar Anadolu taraflarının güç sahibi iktidarına yani Selçuklulara (Rum Selçukluları da denir) meylediyorlardı. İslamiyet’in sosyal örgütlenmesinden destek alarak tekmerkezli bir yönetim benimsemeye çalışan Selçukluların yanında zamanla bu tatlı Danişmentli devleti Eymirli’nin atalarının kalbini çelmiş ve bu Eymirli kabilesi ikili çekişmede Selçuklu saflarından ayrılıp Danişmentli saflarına geçmişti. Fakat ne bir merkeziyetçi yapı ne de bir aristokrasi benimseyebilen, bir sürü tatlı kabilenin sevgisiyle bir yerlere gelebilen Danişmentli devleti Selçuklular hışmına daha fazla dayanamayarak on üçüncü yüzyıldan itibaren yavaş yavaş tarih sahnesinden silinip yerini Selçukluların tek merkezli hâkimiyetine bırakmıştır.



1250 civarı Denizli taraflarına gelen Eymirli kabilesi ve diğer birkaç kabile şöyle ya da böyle çok fazla bir olay yaşamadan bugünlere kadar gelmiştir. İşte o günlerin, o Danişmentli günlerin ardından bir çocuk 2000’li yılların başlarında bir elinde bavulu diğer elinde montu ile kalkıp İzmir’e gelmiş. 3 saatlik mesafeyi aşarken yolda bir çorba içmiş, kalacağı yurdu düşünürken, acaba Denizli’den ayrılıyorum diye, atalarımdan kopuyorum diye kötü mü hissediyorum diye de düşünmüş, ağzına attığı bir kaşık çorbanın ardından “yok lan hiç üzülmüyorum ha” demiş, Ege Üniversitesinin hem Şiir hem de Sinema topluluğunda yüksek kademelerde görev almış kimi zaman bir Şair karşılamak için gece yarıları Adnan Menderes havaalanına gitmiş kimi zaman gece 2’den sonra Tekirdağ Rakısı’nın Yeni Rakı’nın yaş üzümlüsü olduğunu ısrarla iddia etmiş, Kiel gibi dünyada pek az insanı ilgilendiren bir kentte Mahmut Tuncer filmleri izlemiş bu adam, bu Uğur Eymirli gibi adam ile tek ortak noktamız ise eski Denizli Otogarıdır. Alt tarafı kıraathane olan üst tarafında otomatik olduğu için 14 dakikada açılan bir kapısı olan ama o kapının ardından bir türlü ulaşmak istediğiniz yere varamadığınız bir otogar.




Hiç yorum yok: