12 Nisan 2013 Cuma

Hemşerilerim Yıkın Diye Bağırıyorlar


1

Aslı Özge

Sevgili dostlar, aynı anda hem gülmek hem sinirlenmek hem de “batsın bu ülke” sinizmine kapılmak mı istiyorsunuz? Durmayın bir gazete alın. Ama yok ben biraz daha kültür - sanat yolundan melekelerimi yitirmek isterim derseniz de koşa koşa bir Şiir ya da Sinema dergisi alın.

Benim tavsiyem Altyazı’nın Nisan sayısı. Gayet “olmuş” bir sayının sayfalarını dolaşırken 42. Sayfada bir duraklıyorsunuz. Bu sayfadaki bir yazıyı okurken daha ilk cümlelerde “ya gerisini okumayayım boşver” deseniz de olmuyor anam babam, olmuyor, okuyorsunuz işte. Okuyor ve yukarıda adını andığım duygu dalgalanışlarına kapılıyorsunuz.

Bakınız tam da bu sayfada Aslı Özge adlı hanfendi yeni filmi “Hayatboyu” hakkında konuşmuş. Hiç dokunmadan hepsini aktarıyorum. Sadece parantez içi italikler benim. Dayanamadım zira:

“Hayatboyu”, uzun süredir evli olan bir karı kocanın ilişkilerinde yaşadıkları sıkışmışlığı ve ilişkilerinin bulanık seyrini takip ediyor (Aboo? Kaçın gençler. Bu cümleler 2013’te bu ülkede kuruluyor. Hani şu atletle oturan babalar ya da patates doğrayan annelerin ülkesi. Sıkışmışlık diyor kadın, bulanıklık. E benim tuvaletin kapısında yorgan var o ne olacak Aslı hanım ha? Benim de sıkışmışlığım var. Zaten bütün sıkışmışlıklar bütün bulanıklıklar, travmalar zenginlerindir anasını satayım. “Yoksulların travması olmaz” demişti Umut Sarıkaya)  Yaşadıkları hayatın konformizmi, ellerinde olanı kaybetme korkusu, birbirlerine olan derin bağlılıkları ve alışkanlıkları Ela ve Can’ın birbirlerinden kopmalarını zorlaştırıyor (Vay vay vay. Zeten böyle şeyleri hep Ela ve Can yaşar anasını satayım. Sorarım okuyucu bu kişilerin adları Rükneddin ile Macide olaydı hiç böyle şeyler yaşarlar mıydı? Nerdeee. Anca Can olucan, Ela olucan ki yaşayasın. Zaten yönetmen hanımın adı da Aslı Özge! Bak bak. Yani düşün Özge yetmemiş üstüne bir de Aslı demiş. Bu tip Özge isimlerini bir zenginler bir de onlara özenen orta sınıf koyar. Aslı Özge hacı. Aslı Özge. Ki galiba evlenmiş bu hanım. Çünkü ilk filminde soyadı başkaydı. Aslı Özge ya.)

“İnsanlar zaman ve yaş ilerledikçe değişikliğe kolayca cesaret edemiyor (Tespiit). Mutsuz olsalar bile hayatlarının aslında kötü olmadığına kendilerini inandırıyorlar. (Biz mi lan?) “Hayatboyu” da bir önceki filmim “Köprüdekiler”de olduğu gibi sıkışmışlığı ve çıkışsızlığı konu ediyor (Çıkışsızlık! Sızlık). Ancak “Köprüdekiler”in imkânsızlıklardan dolayı oldukları yere saplanmış karakterlerinin aksine “Hayatboyu”nun başarılı birer sanatçı ve mimar olan karakterleri, kendi kendilerine koydukları engellerden dolayı hayatlarının seyrini değiştiremiyorlar ( “Başarılı sanatçı” ne lan? Ne bu? Başarılı Mimar! Abi dedik ya böyle insanlar böyle şeyler yaşamak için önce Ela ve Can olmalı diye, hah sonra da başarılı olmalıdır bunlar. Kendi kendilerine koydukları engel demiş. E abla başarılı sanatçı olursan engel koyarsın tabi. Bizim mühendis arkadaşlar da başarılı ama onlar engel koymayı bilmiyorlar daha. Sorsan herif Bilgisayar Mühendisi ama kendi kendine engel koymuyor valla. Sevgilisiyle de hiç çıkışsız olmayan nezih bir hayatı var. Alabi’de falan yemek yiyor yani. Evet Aslı Özge bu Bilgisayar Mühendisi çocuğu niye anlatmıyosun? Onun çıkışsızlığı seni niye ilgilendirmiyor? Mühendis diye di mi? Başarılı sanatçı olaydı koşardın peşinden çıkışsız çıkışsız).

Bu filmde diyalogdan çok kamerayla anlatımı ön plana aldım (Aferin) Hikâye açısından da bir anlatımdan çok karakterlerin iç dünyasını takip eden bir dramatik yapısı var (Ne diyem Mahmut mu diyem? Aslı Özge ve İç Dünya. İç dünyamızda benim yorgan duracak ama kamera Ela ve Can’ı takip edecek. Bunların çocukları olsa var ya, ya Tan derler ya da Durulcan) Filmi izleyenleri bu karı koca vesilesiyle (Ulen onca çıkışsızlık, onca kadın lafının ardından “karı” mı diyosun amcamkızı. Uluslararası ilişkilerde masaya yat emi) kendi kendilerine bile yüksek sesle söylemekten kaçındıkları, korktukları meselelerle sinema karanlığında karşı karşıya bırakmak ve rahatsız etmek istedim ( Sen kendin yeterince rahatsız bir insansın Aslı ve Özge niye film çekerek para harcıyosun ki? Yaz böyle şeyler biz rahatsız oluruz zaten. Niye çıkışsız mimarlar, sanatçılar ile uğraşıyon. Kap bi köşe yaz. Bul bi televizyon anlat filmini. Anlat ama çekme. Hiçbir film anlattığın kadar rahatsız ve komik olmaz merak etme. Etme Aslı Özge. Aslı Özge. Evliysen kocanın adı da ya Alper ya da Tunç’tur senin)

Şimdi sırf kadın diye ve böyle cümleler kurdu diye saldırıyorum sanmayın. Aptallık kadın ya da erkeğe temellük edilmiş şeyler değildir. Bir margarin bile aptal olabilir bence. Yine bu derginin bir sonraki sayfasında bir başka kadın yönetmen olan Lusin Dink gayet güzel, hiç “çıkışsız” “sıkışmış” demeden bahsetmiş filminden. Bak ona lafımız yok. Var mı? Yok.





2

Bol Haşhaş Bol Kokain

Böyle böyle Aslı Özge’lere gül-sinirlenirken Feminist kişilerin yoğunlukta olduğu bir dergiye denk geldim. “Feminist” dedim ama öyle sanıyorum alakaları yok. O yüzden gerçekten Feminist olan ve bir şekilde “gerçekten” mücadele eden kişilerden özür dilerim. Bu Feminist dediğim ablalar ise aslen Kemalist.

Bu hanımlar işleri güçleri olmadıkları için Tv dizilerine sarmış durumdalar. Arayan gözlerle bir kadın hikâyesi peşinde koşturuyorlar. Buldukları ilk “kadın hikâyesi”ni de anında baş tacı ediyorlar. Yeter ki kadın olsun, ona davranan kötü bir erkek olsun ve kadınımız sosyal açıdan da duyarlı olsun. Koşuyor bu hanımlar çayırlar boyu koşuyorlar, tutamıyorsunuz anam babam. Baş tacı ettikleri şeylerin herhangi bir sanatsal ya da estetik başarısı olmaması hiiç önemli değil. Kadın olsun kadın, mücadele edip şehirli ve başarılı bir kadın olsun. İlk gözdeleri Türkân idi. Sonra Fatmagül’ün Suçu Ne? oldu (Hatta “anarşist” Amargi dergisinin   “Fatmagül’ün bir Suçu Yok!” kapağıyla çıktığını hatırlıyorum).

Bu hanımların son gözdesi ise: Merhamet. Açın izleyin sevgili dostlar. Ben izledim. Bir kere bu dizi bir kitaptan uyarlanmış: Kahperengi (Çok yaratıcı hakkat) Kitaba hiç bakmadan yazarına baktık: Hande Altaylı? Yani Fatih Altaylı’nın eşi. Yeterince açık di mi? Fatih Altaylı abi. Bu hanım da eşi. Bişey dememe çok gerek yok sanırım.? Yani  hayatını Fatih Altaylı ile geçiren birisi yazmış bu kitabı! İşte bu kadar.

Neyse. Diziye gelelim. Hehe. Abi dizi şu: Bir kızcağız var, zeki bu kız. Lakin babası ceberut bir herif. Bunu okutmuyor, daha doğrusu okutmak istemiyor. Kız da babasıyla mücadele ediyor. İşin içinde topçu olmak isteyen bir abi, sonradan orospu olan bir kızkardeş ve babanın komşu kadınla yaşadığı bir yasak ilişki var. Yani bildiğin Boynu Bükükler filmi. Tek fark kaybetmiş bir Emrah yerine çalışkan bir Narin var (Özgü Namal) Ha tabi bir de fakir kızımız Narin’in aşık olduğu bir zengin piçi var. Klişe doğum haftası etkinlikleri olsa bütün yönleriyle ortalığı toz duman eder yani bu dizi.

Ama “kadın kadın işte kadııın” haykırışlı hanımlar hiç sallamadı bu klişeleri. Basbaya ona buna hava atmak ve zengin sevgilisinden hesap sormak için onun sosyal statüsüne çıkmak isteyen bir kızcağızı alıp Kadın Kahraman yaptılar anasını satayım. Hatta dizinin sonunda “Siz de okumak isteyen kızlarımıza yardımcı olun” şeklinde bir Turkcell reklamı çıkıyor.

Efendim kısa yoldan söyleyeyim; Bu kadınlar menopoz ya da başka bir şeyden çıldırmış durumdadırlar. Ve emin olun kızlar kurtulsun falan gibi dertleri yok. Onların kafalarında bir dünya var işte bu dünyaya uyan bütün kızları sahipleniyorlar. Allahları var Doğu – Batı ayrımı da yapmıyorlar. Doğu’da da okul olsun diye uğraşıyorlar. İşte zurnanın şey dediği yer de tam burası. Bütün bu terane “okul” ve “okumak” etrafında dönüyor. Yani ant içen, bayrak altında çeşitli şeyler yapan sonra derste nehirlerin hangi denizlere döküldüğünü öğreten bir sistemi pohpohluyor. Kısacası okula gitmek denen şeyin gerçekten de bir şey ifade ettiğini zannediyorlar. Kızlar okula gitsin demek yerine o okullarda gerçekten bir şey olmasını sağlamaya çalışmıyorlar. Zaten bunların çoğusu da öğretmen. Bütün bunları onlar öğretiyorlar. Kızlara da özellikle Doğu’daki kızlara da hep öğretmek istiyorlar (Çünkü Doğu’daki kızlar daha başta geri zekalıdır onların gözünde. Derhal eğitilmeli güzel Türkçe öğrenmelidirler). Okul da istiyorlar. Okul okul okul, kadın kadın kadın, sonra da Merhamet izliyorlar. İşte bir ülke bu yüzden batmalıdır. Dibine kadar batmalı.



3

Zaman geçer

Alain Resnais yeni film çekmiş. Vous N’avez Encore Rien Vu (Henüz Bir Şey Görmediniz). Resnais, öyle sanıyorum 90 yaşında. Son birkaç filminde yaşının da getirdiği bir yorgunluktan olsa gerek daha küçük ve teatral filmler yapmaya başladı. Tiyatro – Sinema ilişkisine Godard aşırı film çektiği dönemlerde bir bakıp çıkmıştı 60’ların başında. (Özellikle Les Carabiniers ile) Sonra bu işi azıcık Rivette ve tabii ki Resnais sürdürdü. Resnais nin Hafıza ve Zaman ilişkisine duyduğu ilgi daha çok teatral bir yapıda karşımıza çıkar (Geçen Yıl Marienbad’da mesela)

Bir başka Resnais fimi olan Providence ise bu Hafıza – Zaman temalarının en absürd halini getirir gözümüzün önüne. Film bir anlamda kendi haliyle dalga geçen bir yapıya sahip. Örneğin gayet ciddi bir sahnede Dirk Bogarde eşinin bir müvekkili ile kendisini aldattığını öğreniyor. Tam bu sırada filmin anlatıcısı olan babası bir başka konudan bahsedip oğluyla dalga geçmeye başlıyor. Filmde olup biten her şeyle hasta yatağından alay ediyor. Dirk Bogarde ve onu boynuzlayan eşi nezih hayatlarını sürdürürken kadının yasak aşk yaşadığı adam da gelip eve yerleşiyor ve bir koltukta oturmaya başlıyor. Sürekli gelişen olaylar ve bu olaylarla sürekli alay eden bir ihtiyar. İşte böyle bir film Providence. İşte böyle bir adam Alain Resnais.

Hafıza – Zaman ilişkisi ise Resnais’nin bütün bir Sinema hayatı boyunca uğraştığı bir problem olmasına rağmen Sinema, edebiyat kadar bu alanlara sızamadı. Çünkü Sinema’nın erişmesi gereken yerler sözcüklerin gazabına uğramıştı. Söylenebilen ama gösterilemeyen şeyler vardı ortada. Bu yüzden Resnais de göstermek yerine hep sezdirmeyi tercih etti. Zaman da Hafıza da işte şöyle diyip gösterebileceğiniz şeyler değildir. Ya söylenebilir ya da sezdirilebilir şeylerdir. Ve sanırım bunu yine en iyi anlayan Godard idi. O yüzden bu konulara daha çok sözle girdi.

Godard’ın Aşka Övgü (L’eloge de l’amour) filminde okunan bir şiir parçasını hatırlayalım “ Zaman geçer, kımıldama, geriye insanlar kalacak”









2 yorum:

Adsız dedi ki...

http://www.imdb.com/video/withoutabox/vi2095908377?ref_=tt_pv_vi_1
bu film tonla ödül almış, sıkışmışlar mı bilmiyorum, izlemedim, çünkü trailer izleme dedi. yönetmen değilim, oyuncu değilim, profesyonel değilim, belki haddimi aşıyorum ama bu kadar kötü oyunculuğa tahammül edemiyorum, en azından bir seyirci olarak. filmi doğal yapmamış, üzgünüm. keşke yapsa. tam bir felaket. adam gibi metni ezberlemeden sahneye çıkmış tiyatrocuların suflöre abanması durumu hissi yaratıyor. bir prova hissi bile vermeyecek kadar kötü. keşke bir de metinleri ellerine alsalarmış en azından dürüst olurmuş.
şimdi bu film bunca ödülü nasıl aldı? muhtemelen ikinci kısımda bahsettiğin şeylerden dolayı. bu filmi nuri bilge ceylan çekse, haydi abartmayalım bir erkek yönetmen çekse, bu kadar ödül alır mıydı, sanmıyorum. ya da türk sineması o kadar film çıkaramıyor o kadar film çıkaramıyor ki bu çıkmazda ve sıkışmışlıkta jürinin yapacağı bir şey kalmıyor da olabilir. sen benden iyi bilirsin.
mezuniyetini tebrik eder hayatının geri kalanında beyaz t-shirtündeki çay lekesi gibi durup duracak askerlikti iş bulmaydı gibi pek çok kentli olan zengin kadının başına hiç mi hiç gelmeyecek bu sebepten de hiç filmi çekilemeyecek problemlerin ve bir o kadar da boş vaktin için kutlarım. sanatsa sanat, komediyse komedi, dramsa dram. ya.
sevgi saygı selamet küçüklerin gözleri ve büyüklerin elleriyle.
Pınar.

Aras Keser dedi ki...

sağolasın pınar.