12 Mayıs 2013 Pazar

Uğur E. İle Girls "İzliyorum" (1)


11 Mayıs Cumartesi akşamı ünlü bilgisayar mühendislerimizden Uğur E. İle “Girls” adlı diziyi izlemek ve üzerine tartışmak için bir araya geldik. Bir iki hoş beş yaptıktan sonra Girls’ün ilk sezonundan seçtiğim bazı parçaları kendisine gösterdim ve üzerine konuşmaya başladık. Yazı dizimiz üç bölümden oluşacak. Yavaş yavaş diziyi tamamlayacak ve söylenmesi gereken her şeyi söyleyeceğiz:



Rük: Şimdi hiç “Sex And The City”’nin daha gerçekçisi falan ayaklarına düşmeden konuya girelim. Ki bence bu işin içinde Bridget Jones’tan tut Woody Allen’a kadar bir sürü şey de var. Ama ortada kendine has ve fazlasıyla otobiyografik bir durum olduğu da aşikâr. Lena Dunham adlı çirkin kızımız hem oynayıp hem yazıp hem de yönettiğine göre belli ki yetenekli bir kimse. HBO’yu da tavladığına göre iş bitirici, mahir bir tarafı da var. Ama benim anlamadığım ve ilk eleştirdiğim nokta bunca otobiyografinin bir yerden sonra “Eöeh sıçacam hayatına.” durumlarını yaratabileceği kuşkusu. Ki daha ilk üç bölümde görüyoruz bunun emarelerini.

Uğur E. Evet ya. Şey çok formül bir karakter mesela, Adam.  Hani al sana marjinal karakter diye düşünülüp konulmuş oraya. Bir formüldür bu Rük. Ben çok dizi izledim. Yani The Wire’dan tut  Yer  Gök  Aşk’a kadar.. yani izledim bunları.

Rük:  Ben Adam’ı seviyorum lan. Neyse sen şeyi de izlemişsin galiba, Treme?

Uğur E. Yok onu izlemedim ama iyi duyumlar aldım. Neyse. Şimdi bu Girls bu dediğim klişelere girse de farklı bir tarafı var gerçekten de. Ama benim de eleştireceğim ilk nokta sanki bu Girls rahatsız edici olmak için özel bir çaba sarf ediyor. Yani ne bileyim kürtajmış işte kanamaymış falan filan bir tür marjinal olduğunu düşündüğü durumlar üzerinden yakalamaya çalışıyor seyirciyi. Bunu da “otobiyografi” yaftasıyla yapıyor. Biz de anlıyoruz ki “Hee Lena Dunham bunları gerçekten yaşamış” Ama biliyosun Amerikan dizi piyasası adamı yer bitirir. Seyirciyi tavlamak için bir şey yapmak durumundasın. Bu HBO bile olsa durumlar böyledir yani.





Rük: Evet ya. Lena Dunham’ın her bölüm soyunması beni rahatsız ediyor mesela. O sarışın kız soyunsa keşke.

Uğur E.: Şey mi, Jessa mı?



Rük. Evet o soyunsun abi. Diğer iki kız soyunsa da olur. Marnie soyunsun mesela. Ama biz paso Hannah’nın memelerini görüyoruz. Ha bir kere de Hannah’ın annesini gördük çıplak. Öbür kızlar soyunsun ya.

Uğur E.: İkinci sezonda soyunurlar belki.

Rük : Umarım. Neyse şimdi bu “Büyüme öyküleri” diyebileceğimiz terane televizyonda bu kadar gerçekçi bir hale bürünmemişti, bir kere bunun hakkını verelim. Kızların mal erkek tercihi (Adam), ya da ne kadar marijinal takılsalar da aslında çocuk falan gibi konularda aşırı duygusala bağlayabilecekleri (Bir bölümde Jessa bişeyler anlattı ya çocuklarla ilgili) ve seksin görünüş açısından bir anlamda çok çirkin bir şey olduğu (Hannah’nın sevişmeleri ya da şu Marnie’nin godik sevgilisiyle yaptığı ve acayip sıkıcı seksler falan) bu kadar net bir şekilde çıkmamıştı karşımıza.

Uğur E. İyi dizi ya.

Rük: Peki. Aslında şu çirkin de olsa vücudunu gösterme meselesinin 70’lerin feminist örgütlenmelerine uzanan bir tarafı var. Marina Abramovic mesela. Beden üzerinden yaptıkları performansla sinema ve televizyonun kurduğu “kadın vücudu” imajını yerle bir etmişlerdi. Zorlasak Lena Dunham’da da böyle bir cesaret bulabiliriz. Ama sadece cesaret. Politik açıdan bir benzerlik olduğunu sanmıyorum.

(1.  Sezonun 6. Bölümünden Hannah’nın Adam ile yaptığı telefon konuşmasını izliyoruz)




Rük: Şimdi bu 6. Bölüm Hannah’nın kafa karışıklıklarına az da olsa ara verdiği ve kaygan zeminde biraz daha sağlam durmaya başladığı bir yere tekabül ediyor. Ne bileyim annesinin yapacağı maddi yardımı kabul etmemesi ve belki de ilk kez anne ve babasına yetişkin olduğunu gösterdiği şu banyo sahnesi bunun emareleri gibi görünüyor.

Uğur E: Evet. Bundan önceki bölümlerde hep ne yapacağını bilmeyen bir Hannah vardı karşımızda. Sürekli yanlış kararlar veren ve işin içinden çıkamayan bir yapıdaydı. Ama eve dönmesiyle birlikte yani New York’tan biraz uzaklaştığında kendini toparlamayı başarıyor. Zaten dizi biraz da bu New York ile alakalı. Hannah dünyanın başka yerlerinde kendini toparlayıp ayakta durmayı ne bileyim doğru kararlar almayı becerebiliyor. Ama New York’un kaygan zemininde epeyi zorlanıyor.

Rük: Biz New York’u sadece Woody Allen ve Seinfeld üzerinden biliriz. Oradaki yaşam koşulları işte efendime söyleyeyim hayata atılacak insanların çektikleri sıkıntılar çok da sikimde değil açıkçası. Çünkü bildiğin gibi benin tuvalet kapısında yorgan var. Onlar New York’ta hayata atılamıyorlarmış. Peh. Yemişim hayatını. Ama dediğin doğru tam bir şehir dizisi Girls. New York bütün olup bitenin merkezi konumunda. Bu yüzden Michigan’da gayet aklı başında bir insan olabilen Hannah New York’da aynı mahirliğe erişemiyor. Büyük şehir adamı yer bitirir Uğur. Bizde New York modelinde bir kent olmadığı için (İstanbul falan deme komik olur) biz bu durumu pek anlayamıyoruz.  Neyse benim diziyle ilgili şöyle de bir sorunum var. Bütün olay Hannah odaklı. Ben bu işin içinde Lena Dunham’ın  egosunu seziyorum. Bak mesela bu izlediğimiz bölümde diğer kızların hiçbirini göremiyoruz. Bu gelecekte dizinin gidişatı bakımından büyük sıkıntılar çıkarabilir. İnsanlar Hannah’dan yorulmaya başlayacaktır.


Birinci Bölümün Sonu.



Hiç yorum yok: