24 Şubat 2018 Cumartesi

!f 2018 Güncesi – 2: Oh Lucy!, Kamikaze 1989

Oh Lucy! (2017)


Atsuko Hirayanagi’nin ilk uzun metraj filmi olan Oh Lucy! (2017), istatistiklerin nüfus yoğunluğu bakımından aşırı nüfuslu ülkeler arasında gösterdiği Japonya’nın, bu yöndeki algısına dokunan bir giriş yapıyor: İşe gitmek için metro bekleyen kalabalığın içinden biri, gelen trenin önüne atlayarak yaşamına son veriyor.

Ülkede, teknolojik gelişmelerin hayli mesafe kat etmiş olmasına paralel olarak, yalnızlıkla imtihan eden insan sayısında da bir artış mevcut. Özellikle son yıllarda Japonya menşeili çoğu filmin de bir şekilde temas ettiği bu toplumsal zemin, 2017’nin sonlarında yaşanan “yalnız ölüm” mevzularının hızlı artışıyla yeniden gündeme gelmişti.* Filmin merkezine konuşlanmış olan Setsuko da yalnızlıktan muzdarip, orta yaşlarına merdiveni yerleştirmiş bir kadın. Yeğeninin planları sonucu İngilizce kursuna katılıyor ve ilk derste Amerikalı hocası John’un tuhaf öğretim yöntemlerine tav oluyor. Asıl tav olduğu şey, John’un kendisine kucak açan ve yalnızlığını silip süpüren tavrı gerçekte. Gördüğü ilk yakınlıkta, yelkenleri suya indiriverecek kadar, bazı hislerden eksik kalmış gibi görünüyor Setsuko.


John öğrencilerine, Amerikan ismi seçtirmeye kalkınca Setsuko’ya Lucy ismi çıkıyor. İlk dersin akabinde, John’un Setsuko’nun yeğeniyle birlikte ABD’ye dönmesi, Setsuko’nun geç bulduğu neşesini erken kaybetmesine neden oluyor. Sonrası ise ABD’ye uğrayıp memlekete geri dönen Setsuko’nun üzerindeki hüznün, tutkunun, boşluk hissiyatının, çaresizliğin, yarım kalmış sevinçlerin ekrandan akıp giden bir potpurisi.

Dönüşmeyi denerken sık sık kendini yok eden Setsuko, filmdeki bazı karşılaşmalar ve buluşmalar tesadüf kavramından medet ummaya terk edilse de, filmin yağ gibi akmasını sağlayacak denli güçlü çizilmiş bir karakter. Kendini sevdirme çabalarının zaman zaman bir saplantıya dönüşmesi, odağına sadece kendisini alıp bu uğurda etrafına zarar vermekten kaçınmaması gibi örüntüler, Setsuko’yu her bir adımıyla daha da ete kemiğe bürüyor. Bir süre sonra film, Setsuko’nun tek kişilik gösterisine dönüşüyor. Ancak bu yine yalnızlık anlamına geliyor. Ağzına kadar ıvır zıvır eşyayla dolu evinde tek başına başladığı filmi aynı yerde bitirmek, süreçte yıpranan Setsuko için imkansız oluyor. Umudun yerini intihar eylemine bıraktığı esnada, yine mucize mekanizmaları kendini gösteriyor ve bir dost tam zamanında yardıma koşuyor. Bu müdahale Setsuko için de yeni bir başlangıcın ifadesi oluyor.

Oh Lucy! (2017), Setsuko’nun üzerinden sadece günümüz Japonya’sının tasvirini yapmıyor,  modernizm temelli yalnızlık söylemleri üretilen bütün coğrafyaları radarına alıyor. Ele aldığı meseleleri bazen indirgemeci bazen de rastlantının matematiğine güvenen bir tavırla irdelemeyi seçse de, iletişim ve dil ağırlıklı şakalarına mizahını emanet eden yapısı ve  kendinden vazgeçmeye meyilli karakterinin detaylı portresiyle çıtayı aşmayı başarıyor.

* Konuyla alakalı yazılardan biri şu linkte.

Kamikaze 1989 (1982)



Fassbinder’in 1982 Haziran’ındaki ölümünden evvel kamera karşısına son kez geçişi, Kamikaze 1989 (1982)’daki polis memuru Jansen rolü vesilesiyle olmuştu. Wolf Gremm’in, İskandinav menşeili polisiye yazarı Per Wahlöö’ye ait olan, iki kitaplık Müfettiş Jensen serisinin ilk basamağı Murder on the Thirty-first Floor (31. Katta Cinayet)’ten uyarladığı film, teknolojinin hakimiyetini artırdığı, yıkımın kol gezdiği bir gelecekte vuku buluyor.

Kartel adındaki bir şirket bütün televizyon kanallarını boyunduruğu altına almış ve yayınladığı “Gülme Yarışması” gibi yarışma programlarıyla yüzde 99’lara varan izlenme oranı elde etmiştir. Bir gün şirkete bomba yerleştirildiği ihbarı gelir ve adli soruşturma, elini attığı tüm olayları çözmeyi başaran Jansen’e verilir. Jansen’in çözüm için sadece dört günü vardır.

Kamikaze 1989 (1982), distopik evreninde; ışıl ışıl neonlarla bezeli binalar, abartılı kıyafetler, üniformaları ve diskosuyla queer bir polis teşkilatı resmediyor. Tüm bu göz alıcı dekorlar, karamsar bir geleceği mesken tutmuş bir kurgudan bekleneceği gibi, bugüne dair eleştiriler ve tespitler yağdırıyor adeta. Bütün sorunlarını çözen Almanya haberiyle açılan film, otoriter tavra ve resmi söyleme selam veriyor. Ancak silahların çekildiği, kovalamacaların yaşandığı polisiye hikaye, yalnızca ekranda akıp giden kitsch şölenin bahanesi. Leopar desenli takımını üzerinden çıkarmayan ve alkol tüketiminin yasak olduğu bir evrende alkolik olmayı başaran Jansen ise filmin lokomotifi. Ağzından çıkan her söz cool duran bu anti-kahramana hayat veren Fassbinder’in göz kamaştıran performansıyla Kamikaze 1989 (1982), her açıdan siberpunk bir bilimkurgu kültü.


İçinde bulunduğu dünyanın problemlerini bilen, ama bunları dile getirenlere karşı savunma refleksi gösterip devletten yana gibi görünen polis memuru Jansen, öte yandan da kendi bildiğini okumaktan kaçınmayan bir tavra sahip. Bu da hem bir şeylerin düzelmeyeceğinin, hem de böylesine bir dünyada birilerine güvenebilmenin zor olduğunun göstergesi. Böyle bir dünyada iyi kalmak mümkün değil. Hayatta kalmak uyum sağlamaktan geçiyor, vicdan supabı olarak da, keşfedilen boşluklardan faydalanmak esas. Jansen’in film boyunca sıklıkla dile getirdiği “Gereksiz yorumlarınızı kendinize saklayın.” söyleminin altında, biraz da bu minvalden bir motivasyon yatıyor. Yapılan yorumlar ya da eleştiriler bu dünya için işlevsiz olduğu kadar, sahibine zarar verebilecek niteliğe de sahip. Çünkü devletin aygıtları her yerde. Jansen’in yardımcısı Anton’la yaşadığı tüm sürtüşmeler, Anton’un lafını sakınmayan adrese teslim tavrından kaynaklanıyor. Kimselere güvenemediği için yalnız kurt formuna bürünen Jansen, yardımcısını kabullenebilmek için  rüşt ispatına ihtiyaç duyuyor. Finalde de, nihayet güven kazanan Anton’un dokunuşları Jansen’in namını korumasına yardım ediyor.

Tangerine Dream’in siberpunk bir dünyaya denk düşen elektronik tınıları da, görselliğe paralel harika bir iş çıkarıyor. Kamikaze 1989 (1982), Fassbinder’in bütün film boyunca üzerinde olan leopar desenli takım elbisesi için bile tecrübe edilmesi gereken, ışıl ışıl parlayan aşırı renkli bir kara film örneği olarak keşfedilmeyi bekliyor. Kostümlerinden, dekorlarına, yer yer alabildiğine teatral oyunculuklarından, müziklerine kadar kolay rastlanmayacak absürt bir siberpunk klasiği. İsteyene, metin içerisine serpiştirilmiş protest bir tavır da cabası.

Hiç yorum yok: