I Kill Giants (2017)
Temelde bir çocukluk travması
üzerine inşa edilmiş olan I Kill Giants (2017), Oscar’lı Anders
Walter’ın uzun metraj dünyasına attığı ilk adım. Oscar’ını 2014 yılında Helium
(2013) adındaki live-action çalışmasına borçlu olan yönetmen, “fantastik”
ve “trajik çocuk hikayesi” sözcükleriyle oluşturduğu kazandıran formülü, yeni merhaba
dediği ortamda da uygulamayı tercih ediyor.
I Kill Giants
(2017), Barbara’nın hikayesi. Devlere ve
titanlara karşı savaş açmış, kimselere çaktırmadan yaşadığı yeri onlardan
koruyan küçük Barbara’nın hikayesine, gördüklerimizin fantastik bir gerçeklik
düzleminde mi, yoksa tamamen onun algısında mı olduğu ikilemiyle başlıyoruz.
Zaman geçtikçe iki taraf da kendine puan topluyor. Ancak Barbara’nın duygu
durumu okunabilir olmaya başladığı an, fantastik gerçeklik düşüncesi yerini travma
sonrası ortaya çıkan bir savunma mekanizmasına bırakıyor. Barbara’nın bir
meselesi var, evet, ancak I Kill Giants (2017) uzunca bir süre bu konuda
kendini açmamayı tercih ediyor. Sonrasında da zaten filmin, bütün ritmini küçük
kızın kendine devlerle dolu bir dünya yaratmasına neden olan derdinin açık
edilmesine göre kurduğu anlaşılıyor.
Barbara, dünyadaki bütün kötü
olayların ve aksaklıkların nedeni olarak işaret ediyor devleri. Bir köpeğe
araba çarptı sanırsın, ancak perde arkasında devler vardır; bir şehirde fırtına
oldu diye düşünürsün, fakat iş başında olan yine devlerdir. Bu noktada, kötülük
kaynağı olarak imlenenin bir dev olarak şekil alması, alabildiğine güçlü
yaratıklar olmalarına karşın zayıf noktalarından alt edilmeleri de pekala
mümkün sayılabileceğinden, epey anlamlı görünüyor. Özellikle bir çocuk
nezdinde. Ölüm ve hastalık gibi önlemenin olası olmadığı ve kaynağının doğrudan
işaret edilemediği olaylarda, neden olarak kanlı canlı bir düşmanı işaret etmek
durdurma/engelleme konusunda da umut vaat edici bir niteliğe sahip. Bu da, düşman
ne kadar büyük ve korkutucu olursa olsun, yine de zarar vermeden etkisiz hale
getirilebilir anlamına geliyor. Barbara’nın bütün mücadelesi de aslında burada
yatıyor. Devler, ölümü bekleyen annesini almaya gelmesin diye her gün canla
başla uğraşıyor. Tuzaklar hazırlıyor, gördüğü devleri tuzaklarına çekmeyi
deniyor.
Hasta anne gizeminin, son dakikalara
kadar kendini ele vermediği öykü, Barbara’nın duygusal yarasının anneyle
alakalı olduğunu zaman zaman ima etmekten de çekinmiyor ama. Okuldaki görevine yeni
başlamış olan psikolojik danışman Bayan Mollé, Barbara’yla yakınlaşmayı denediği
görüşmelerde, anne ve aile meselesine temas anlarında sürekli duvara tosluyor
mesela. Ancak gün geçtikçe kendini Mollé’ye açan Barbara, onu bebeğiyle
gördüğünde, yani onun da bir anne olduğu gerçeğiyle yüzleştiğinde, ölüme dair
öfkeli söylemlerde bulunup ortamdan uzaklaşıyor ve devlerle dolu dünyasına geri
kaçıyor. Barbara’nın annesinin neden hiç görünmediğine dair soru işaretleri de
gözle görülebilir hale gelmiş oluyor işte bu sahnelerle.
Sırrın ifşası nihayet
gerçekleştiğinde ise bir şeyler bitmiyor, bir de bugüne kadar durumu
kabullenmek istemeyen Barbara’nın, şeytanlarını yenmesi ve annesinin vaziyetini
hazmetmesi gerekiyor. Bu da, annesi yatağa düştüğünden beri, korkularından
dolayı yanına bile gidemeyen küçük kızın; beylik bir tabirle, yetişkinliğe adım
atması ve ölüm, hastalık gibi hayatın karanlık yönlerini kabul etmesine
bağlıymış gibi görünüyor. Finaldeki büyük savaşta, annesini almaya geldiğini
düşündüğü devden aldığı klişe derslerle hayatı olduğu gibi yaşaması gerektiğini
öğreniyor ve bir anda büyüyüveriyor Barbara. Bu kısımlar da filmi tatsız tuzsuz
bir yemeğe dönüştüren etmenlerin başını
çekiyor.
Akranlarına nazaran daha farklı
davranan çocukların okulda zorbalığa maruz kalması, özellikle finalinde hayata
dair öğütler veren didaktik bir havaya bürünmesi gibi Andrew Walter’ın risk
almaktan kaçınan ve klişeleri yardıma çağıran tavrı, I Kill Giants (2017)’ı
bir yerden sonra yavanlığa boğuyor. Ayrıca bütün yükü Barbara’nın omzuna veren,
yaşanan tüm gelişmeleri onun ve sırrının etrafında döndüren anlatım tercihiyle,
filmi de bir nevi mekanikleştirmiş oluyor Walter. Sahnedeki herhangi bir öğe,
ister bir karakter olsun, isterse bir nesne, birkaç sahne sonra bir amaca
hizmet edecek şekilde arz-ı endam ediyor ekranda. Bu da filmi fazla planlı ve
kontrollü kılıyor. Filmin tüm evreni Barbara’ya hizmet etmek için sıraya
dizilmiş nesnelerden oluşuyormuş gibi algılanabiliyor. Hal böyleyken Barbara
dışındaki hiçbir karakterin derinleşmesine imkan tanınmamış oluyor.
İyi bir giriş yaptığı evrenine,
savrulma payı vermeyerek nefes olanağını güçleştiren Walter, Where the Wild
Things Are (2009) gibi hassas ve kırılgan bir çocukluk dönemine dair hüzün
dozu yüksek, gerçekçi ve fantastik bir çocuk filmi yaparak ezber bozabilecek
bir potansiyeli, yok yere harcamış ve izleyiciyi de vasatlığa mahkum bırakmış oluyor,
jenerik akarken maalesef.
1 yorum:
Why Blackjack Is Always the Best Choice in Online Gambling
For many players, Blackjack is 서울특별 출장안마 a 정읍 출장마사지 game of luck. 안산 출장안마 The blackjack game 동해 출장마사지 that 포천 출장샵 makes them a favorite for everyone is easy to understand. When a dealer has a
Yorum Gönder