1 Mart 2018 Perşembe

!f 2018 Güncesi – 3: I Kill Giants

I Kill Giants (2017)


Temelde bir çocukluk travması üzerine inşa edilmiş olan I Kill Giants (2017), Oscar’lı Anders Walter’ın uzun metraj dünyasına attığı ilk adım. Oscar’ını 2014 yılında Helium (2013) adındaki live-action çalışmasına borçlu olan yönetmen, “fantastik” ve “trajik çocuk hikayesi” sözcükleriyle oluşturduğu kazandıran formülü, yeni merhaba dediği ortamda da uygulamayı tercih ediyor.

I Kill Giants (2017), Barbara’nın hikayesi. Devlere ve titanlara karşı savaş açmış, kimselere çaktırmadan yaşadığı yeri onlardan koruyan küçük Barbara’nın hikayesine, gördüklerimizin fantastik bir gerçeklik düzleminde mi, yoksa tamamen onun algısında mı olduğu ikilemiyle başlıyoruz. Zaman geçtikçe iki taraf da kendine puan topluyor. Ancak Barbara’nın duygu durumu okunabilir olmaya başladığı an, fantastik gerçeklik düşüncesi yerini travma sonrası ortaya çıkan bir savunma mekanizmasına bırakıyor. Barbara’nın bir meselesi var, evet, ancak I Kill Giants (2017) uzunca bir süre bu konuda kendini açmamayı tercih ediyor. Sonrasında da zaten filmin, bütün ritmini küçük kızın kendine devlerle dolu bir dünya yaratmasına neden olan derdinin açık edilmesine göre kurduğu anlaşılıyor.


Barbara, dünyadaki bütün kötü olayların ve aksaklıkların nedeni olarak işaret ediyor devleri. Bir köpeğe araba çarptı sanırsın, ancak perde arkasında devler vardır; bir şehirde fırtına oldu diye düşünürsün, fakat iş başında olan yine devlerdir. Bu noktada, kötülük kaynağı olarak imlenenin bir dev olarak şekil alması, alabildiğine güçlü yaratıklar olmalarına karşın zayıf noktalarından alt edilmeleri de pekala mümkün sayılabileceğinden, epey anlamlı görünüyor. Özellikle bir çocuk nezdinde. Ölüm ve hastalık gibi önlemenin olası olmadığı ve kaynağının doğrudan işaret edilemediği olaylarda, neden olarak kanlı canlı bir düşmanı işaret etmek durdurma/engelleme konusunda da umut vaat edici bir niteliğe sahip. Bu da, düşman ne kadar büyük ve korkutucu olursa olsun, yine de zarar vermeden etkisiz hale getirilebilir anlamına geliyor. Barbara’nın bütün mücadelesi de aslında burada yatıyor. Devler, ölümü bekleyen annesini almaya gelmesin diye her gün canla başla uğraşıyor. Tuzaklar hazırlıyor, gördüğü devleri tuzaklarına çekmeyi deniyor.

Hasta anne gizeminin, son dakikalara kadar kendini ele vermediği öykü, Barbara’nın duygusal yarasının anneyle alakalı olduğunu zaman zaman ima etmekten de çekinmiyor ama. Okuldaki görevine yeni başlamış olan psikolojik danışman Bayan Mollé, Barbara’yla yakınlaşmayı denediği görüşmelerde, anne ve aile meselesine temas anlarında sürekli duvara tosluyor mesela. Ancak gün geçtikçe kendini Mollé’ye açan Barbara, onu bebeğiyle gördüğünde, yani onun da bir anne olduğu gerçeğiyle yüzleştiğinde, ölüme dair öfkeli söylemlerde bulunup ortamdan uzaklaşıyor ve devlerle dolu dünyasına geri kaçıyor. Barbara’nın annesinin neden hiç görünmediğine dair soru işaretleri de gözle görülebilir hale gelmiş oluyor işte bu sahnelerle.


Sırrın ifşası nihayet gerçekleştiğinde ise bir şeyler bitmiyor, bir de bugüne kadar durumu kabullenmek istemeyen Barbara’nın, şeytanlarını yenmesi ve annesinin vaziyetini hazmetmesi gerekiyor. Bu da, annesi yatağa düştüğünden beri, korkularından dolayı yanına bile gidemeyen küçük kızın; beylik bir tabirle, yetişkinliğe adım atması ve ölüm, hastalık gibi hayatın karanlık yönlerini kabul etmesine bağlıymış gibi görünüyor. Finaldeki büyük savaşta, annesini almaya geldiğini düşündüğü devden aldığı klişe derslerle hayatı olduğu gibi yaşaması gerektiğini öğreniyor ve bir anda büyüyüveriyor Barbara. Bu kısımlar da filmi tatsız tuzsuz bir yemeğe dönüştüren etmenlerin başını çekiyor.

Akranlarına nazaran daha farklı davranan çocukların okulda zorbalığa maruz kalması, özellikle finalinde hayata dair öğütler veren didaktik bir havaya bürünmesi gibi Andrew Walter’ın risk almaktan kaçınan ve klişeleri yardıma çağıran tavrı, I Kill Giants (2017)’ı bir yerden sonra yavanlığa boğuyor. Ayrıca bütün yükü Barbara’nın omzuna veren, yaşanan tüm gelişmeleri onun ve sırrının etrafında döndüren anlatım tercihiyle, filmi de bir nevi mekanikleştirmiş oluyor Walter. Sahnedeki herhangi bir öğe, ister bir karakter olsun, isterse bir nesne, birkaç sahne sonra bir amaca hizmet edecek şekilde arz-ı endam ediyor ekranda. Bu da filmi fazla planlı ve kontrollü kılıyor. Filmin tüm evreni Barbara’ya hizmet etmek için sıraya dizilmiş nesnelerden oluşuyormuş gibi algılanabiliyor. Hal böyleyken Barbara dışındaki hiçbir karakterin derinleşmesine imkan tanınmamış oluyor.

İyi bir giriş yaptığı evrenine, savrulma payı vermeyerek nefes olanağını güçleştiren Walter, Where the Wild Things Are (2009) gibi hassas ve kırılgan bir çocukluk dönemine dair hüzün dozu yüksek, gerçekçi ve fantastik bir çocuk filmi yaparak ezber bozabilecek bir potansiyeli, yok yere harcamış ve izleyiciyi de vasatlığa mahkum bırakmış oluyor, jenerik akarken maalesef.

1 yorum:

orahquidley dedi ki...

Why Blackjack Is Always the Best Choice in Online Gambling
For many players, Blackjack is 서울특별 출장안마 a 정읍 출장마사지 game of luck. 안산 출장안마 The blackjack game 동해 출장마사지 that 포천 출장샵 makes them a favorite for everyone is easy to understand. When a dealer has a