19 Aralık 2013 Perşembe

Bana Bir Masal Anlat Derek İçinde Caravaggio Olsun




Uyarlama Sanatın Ekmeği

Ressam, yazar ya da şairlerin hayatlarını film yapmak çoğu zaman sıkıcıdır. Çünkü yaptığınız şey -genelde- o insanın başından geçenleri sine-hikâyeleştirme çabasıdır. Bu çabada ön plana çıkan şey, hakkında film yapılan sanatçının sinema üzerinden yeniden yüceltilmesi ya da sadece, basit şekilde, neredeyse eğitim amaçlı olarak, hayatının anlatılmasıdır.

Burada unutulan nokta ise sinemanın da bir sanat olduğu gerçeğidir. Bir yönetmen sinematografi oluşturma gerekliliğini bir kenara bırakıp, sinemayı araçsal bir hale getirdiği takdirde sinemadan ziyade uyarlama sanat yapmış olur. Ressam ya da edebiyatçıların hayatlarını anlatma görevi sinemacıdan çok biyografi yazarının meselesidir. Bu biyografiyi sinema üzerinden oluşturmak kolaylaştırıcıdan başka bir şey değildir. Bir yazarın hayatını anlatan biyografi kitabından önce bu konuda yapılmış bir film aranıyorsa, bunun sebebi sinematograf olmayı başaramamış yönetmenlerin kolaycılığıdır.

Öpmek Caravaggio’yu Derek ile Öpmek

Derek Jarman uyarlama sanattan kaçınan bir yönetmen. Onun “biyografik” filmleri yukarıda bahsettiğimiz kolaycılığa kaçmaz. Mesela Caravaggio hakkında bir film yaparken onun hayatını anlatmak yerine onun hayatından yola çıkmayı tercih eder. Bu tercihin sebebi ise Caravaggio’nun resmine yaklaşmak. Derek Jarman elindeki bir başka sanat olan sinemayla yani kendi eylem düzeneğiyle Caravaggio’ya yaklaşıp onu öpmeyi yani anlatmayı deniyor. Neredeyse bütün sahneleri Caravaggio’nun sahnelerine benzeterek kuruyor. Aynı ışığı yakalamaya çalışıyor, Caravaggio’nun 400 yıl önceki modelleriyle kendi modellerini (oyuncularını) birbirine yaklaştırıyor ve ortak bir zeminde özdeşleşmesini sağlıyor. Ortak zemin ise Sinema ve Resim arasında bir farkın kalmadığı içkin bir alanı mesken tutuyor.

Orijinal Caravaggio (Konser-1595)

Derek Jarman, Caravaggio 1986


Caravaggio’nun Medeni Hali Bekârdır

Caravaggio kendi resminden neşet eden “Tenebrizm” akımının öncüsüdür. Tabii ki Caravaggio yaşarken böyle bir akım başlatıp onun öncüsü olmamıştır. Sanat Tarihçileri Caravaggio’dan sonra, onun gibi, ışık kullanımını resmin en önemli meselesi haline getiren ve somut şiddeti olabildiğince gerçekçi yansıtan resimleri “Tenebrizm” akımının bir parçası olarak adlandırmıştır. (Tenebrizm akımının diğer adı da “Caravaggioculuk” gibi bir şey zaten)

Caravaggio (Asıl ismi: Michelangelo Merisi’dir)  ne zaman öldüğü ve nasıl öldüğü kesin olarak bilinen bir ressam değil. Hayatı hakkında da kesin olarak bildiğimiz şeyler sınırlı. Bildiklerimiz arasında, memleketi Milano’da bir memuru yaraladığı, bu olayın ardından Roma’ya kaçtığı; fakat Roma’da yine bir kavgaya karışıp yanlışlıkla genç bir adamı öldürdüğü, bu olayın ardından ise Napoli’ye, oradan da Malta’ya kaçtığı ama Malta’da da rahat durmayıp bir şövalyeyi yaraladığı için zindana atıldığı ve Malta Şövalyeleri tarikatinden kovulduğu gibi bilgiler var. Bu bilgiler ışığında Caravaggio’nun resmine yansıyan şiddetin kendi yaşam tarzına da bire bir uyduğu gibi bir çıkarım yapabiliriz. Yeterince “rahatsız” bir karakter olan Caravaggio böyle bakıldığında tam da filmi yapılacak ya da belgeseli çekilecek bir sanatçı özellikleri barındırıyor. Ama bu filmler ya da belgeseller içinde bu maceralı hayatın ekmeğini yemeye kalkışmayan, Caravaggio’nun hayatın da sanatını da bir başka sanat eserine dönüştürebilen tek adam Derek Jarman’dır.



İlahi Derek, Ölme Emi

Derek Jarman “Caravaggio” (1986) adlı filminde, Caravaggio’nun bütün hayatını kesitler halinde karşımıza getiriyor. Film içinde Caravaggio’nun resme nasıl başladığını da, klise ile yaşadığı gerginlikleri de, zor şartlar altında geçirdiği ömrünün son günlerini de kesitler halinde anlatıyor. Fakat Derek Jarman tek tek bu meselelere girmek yerine 3-5 dakikalığına bu meselelere değinip geçiyor. Zaten filmde de kronolojik bir durum yok. Bir sahnede ölüm döşeğinde gördüğümüz Caravaggio’yu bir sonraki sahnede gençliğinde yaptığı ilk resimlerin düşünce aşamasındayken görebiliyoruz. Film bu haliyle dağınık bir yapıya sahip olabilirdi. Ama Jarman ipleri elden bırakmayıp homojen bir yapı kurmak için tek bir dramatik yapı ouşturuyor. Bu dramatik yapının temeline ise Caravaggio’nun modelleriyle kurduğu ilişkileri koyuyor. Bu ilişkiler bazen Caravaggio’nun güç odağı olduğu, bazen de çok güçsüz bir konumda kaldığı durumlarla filme yansıyor. Her modeliyle yakından ilgilenen Caravaggio bir taraftan onlara hayran olurken bir taraftan da modellerini aşağılamayı ihmal etmiyor. (Caravaggio’nun dengesizliği için bkz: “Caravaggio’nun medeni hali bekârdır” )




Tilda Swinton’la Ciddi Düşünmek

Caravaggio’nun modelleri içinde en çok ön plana çıkan ise ünlü Bakire Meryem tablosunun modelliğini yapan Lena (Tilda Swinton) oluyor. Caravaggio bu tabloyu yaptığında bir infial yaşanıyor zira Caravaggio’nun Bakire Meryem tablosunda model olarak kullandığı kadının zamanının en önemli fahişelerinden biri olduğu ortaya çıkıyor. Bu nedenle de Caravaggio kliseden bir kere daha kovulup hayatının son günlerine yaklaşıyor.

Filmde bu fahişeyi Tilda Swinton canlandırıyor. Fakat Jarman filmde Lena’yı bir fahişe gibi sunmak yerine Caravaggio’nun da âşık olduğu ve en sonunda bir kıskançlık cinayetine kurban giden bir kadın olarak sunuyor.

Ama bence asıl infial Tilda Swinton ile çıkmalı. Asıl onu yakmalı. Derek Jarman Caravaggio’ya yaklaşayım derken yanlışlıkla onu aşıyor sanki. Bunun nedeni de Muhteşem Swinton. Tilda filmde göründüğü her sahnede her an biraz daha büyüyor. Bir resim modeli olarak da bir sinema sembolü olarak da 80’li yıllara “Al ulan al işte” diyerek damga vuruyor.

Derek canım Jarman yavaş yavaş gösterdiği her Swinton’lı sahnede adeta onu kutsuyor. Bunun bir benzerini sadece Godard, Vivre Sa Vie filminde Anna Karina’ya yapmıştı. Ama Godard Karina’ya zaten aşıktı. Bu yüzden bu “yüceltme” normal karşılanabilir. Ama Jarman bildiğim kadarıyla Tilda’ya aşık değildi (Eşcinseldir Derek Jarman. Ha yine de aşık olmuş olabilir cinsiyet falan yalan da, zannetmiyorum işte).

Tilda Swinton, Bakire Meryem


Bakire Meryem, Caravaggio



Biliyor musun Kollarım Yokmuş ya da Dedem, Caravaggio ve Ben

Caravaggio, Avangard Sanat şu bu derken epeyi eskimiş, yaptığı resim de nostaljikleşmiştir. Resimleri Pop ürünler olarak pazarlanmaktadır. Ha 400 yıl önce ölmüş, ne suçu var adamın diyeceksin belki, sen de haklısın. Ama olan budur, elinde dondurmayla gezen bebeler bile “Evet ya, Caravaggio” der ve onu beğenir. Beğenilmesi kolay bir resimdir Caravaggio resmi. Ama işte yenidir de. O yüzden de 400 yıl sonra kısmen “yılışık” bir sevgiyle de olsa sevilmektedir. Ame Derek Jarman’ın Caravaggio’su bir anlamda ressamın da şansıdır. Çünkü ona yaklaşmanın en güzel biçimini bulmuş ve bir anlamda Caravaggio’yu güncellemiştir Jarman.


En çok kolları severmiş Caravaggio. Bunu ben söylüyorum. Kollar hep fazlalık gibidir Caravaggio’nun resminde. O yüzden kolları hep bir yere doğru güçsüzce uzanmış ya da ölmüş bir insanın kolları olarak resmeder. Caravaggio’nun sevdiği kollar varmış. Ama benim kollarım yokmuş. Dedem Caravaggio ve ben. Jarman Aids’ten, Caravaggio ise Sıtma ya da frengiden ölmüş. Bir hastalık gelmiş yani. Hastalık. Ben de hastalığımı keşfettim sonunda: Kollarım yokmuş. O yüzden sarılmıyorum. Bulaşır bunlar. Bana sarıldığın için bağışla Derek. Sen de bağışla kadın, Tilda. 

Hiç yorum yok: