22 Haziran 2012 Cuma

Hayal Edilebilir Mutlulukların En Kırılgan Biçimi

Veda Vakti var ya. Hani Ozon’un filmi. Şimdi sorsan derim ki ya şöyle şöyle problemleri var. Böyle böyle yerlerinde olmamış şeyler var falan filan. Oradan da daha iyi Ozon filmlerine geçerim büyük ihtimalle. İşte derim Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları derim. Ya da Sitcom, Havuz falan derim. Derim ama öyle de değil be Caesar.


Ben en çok Veda Vakti’ni seviyorum. Ama bildiğin seviyorum. Ölümle yüzleşmek için çığlıklar, feryatlar, ağlamalar falan filanla özdeşleşmiş bu coğrafyayı işte biraz da bu film yüzünden pek  sevemiyorum .


Bak, Romain diye bir adam var. Bu adam Eşcinsel. Bir gün baygınlık geçiriyor sonra kalkıp hastaneye gidiyor. Doktor buna diyor ki sen ağır hastasın. Romain hemen Aids mi diye soruyor. Doktor yok değil falan diyor. Yani filmin daha onuncu dakikasında hem gey filmi klişelerinden hem de gey olma durumunun bilinen imajlaştırma biçimlerinden sıyrılıyor film.


Çünkü bu bir eşcinselin son günlerini anlatan bir film değil. Bu herhangi bir insanın, cinsiyetler vs gibi şeylerden azade olmuş bir insanın, son günlerini anlatan bir film. Romain başta bu durumla yüzleşemiyor elbette. Gidiyor mesela sevgilisinden ayrılıyor, aile yemeğinde kavga çıkarıyor,evde ağlayarak, kafasını duvarlara vurarak falan kabul etmemeye çalışıyor durumu. Ama çok da iyi biliyor ki yapacak bir şey yok. Film de bunu bildiği için hiç klişelere yan çizmiyor. Durumu olduğu gibi gösteriyor. Manipüle etmeden, dramatize etmeden, etmeden işte. Olduğu gibi.





Sonra zaman geçtikçe daha da sakinleşiyor ve bu durumla yüzleşmeye başlıyor Romain. Mesela gidiyor babaannesinin yanına. Ölüme en yakın olan insanı seçiyor yani ve onunla birkaç gün vakit geçiriyor. İşte filmin buradan sonrası hakikatten can alıyor can.





Ben eminim böyle bir film Türkiye’de çekilse, aile üyeleri olsun, arkadaş çevresi olsun hepsi durumu öğrenir, işte adamın etrafında toplanır. anlamlı bakışlarla ,gözyaşlarını tutarak falan sarılırlardı adama. Adam ölünce de yine çığlıklarla ağlamalarla falan filan biterdi film. Hatta belki de bir mucize olurdu ve adam ölmeyiverirdi. Ama bak Ozon ne yapıyor, Romain öleceğini sadece babaannesine söylüyor. Aile üyeleriyle uzaktan vedalaşıyor. Başlarda kafasını duvarlara vurarak yüzleşmek istemediği durumla filmin sonlarına doğru tek başına çıktığı bir sahil yolculuğunda sakince yüzleşiyor. Bu yolculuk sırasında tanıştığı çifte de çocukları olması konusunda yardımcı oluyor. Mesela o sevişme sahnesi nasıl güzel bir sahnedir öyle. Karı – Koca – Romain. Ne hüzünlü.



Ve en son kapanış sahmesi. Çocukluğunun geçtiği sahile varıyor Romain. Sonra biraz denize girip çıkıyor. Akabinde uzanıyor. Kamera yavaş yavaş uzaklaşıyor. Gün batımında herkes eşyalarını toplamış sahilden uzaklaşırken uzakta bir karaltı olarak uzanan Romain’i seçiyoruz. Allahım ne güzel bir kapanış sahnesidir, ne huzurlu, hayal edilebilir mutlulukların en kırılganı olan ölümle ne güzel karşılaşmaktır bu böyle.



François Ozon’da bir şey var. Ben bunun kısmen Gerçekçi bir şey olduğunu düşünüyorum. Şu yüzleşme meselesi özellikle. Diğer Ozon filmlerinde de var bu durum. Kumun Altında’da var. 5x2’de var. 


En ağır durumlarla özellikle de ölümle yüzleşme meselesi. Ve bunu o kadar güzel ve bence o kadar dürüst gösteriyor ki, Ozon’a sadece sevgi duyabiliyorsunuz.



Hiç yorum yok: