29 Haziran 2012 Cuma

Üç Kademede Herkes Uyuduktan Sonra Bu Yaz


Rükneddin’in tekmili birden girdiği son yazıları okurken, son iki ay içerisinde adını bol bol telaffuz ettiğimiz isimlerin Peter Mullan’dan ibaret olmadığını ve olmaması gerektiğini düşündüm. Ve akabinde aklıma, geçtiğimiz aylarda son filmi Faust (2010) sebebiyle adını iki kere andığımız biricik Sokurov’umuz geldi. Bu vesileyle tekrardan söylemek isterim ki, evet, Faust (2010) iyi bir filmdi.


Fakat, Rus dilindeki adının Latin harfleriyle yazımı Krug vtoroy (1990) olan bir filmi daha var Sokurov’un, uluslararası mecralarda The Second Circle (1990) olarak da bilinen. Neredeyse çoğu Sokurov filmi gibi o da küçük ve ikincil bir hikayeyi kendine konu ediniyor. Hem de ölen babasının cenaze işleriyle uğraşan sıradan bir adamdan bahsetmek kadar küçük ve minör ve ikincil.


Değinmek istediğim asıl şey ise, Sokurov sinemasının “zaman”la kurduğu ilişkinin oldukça tuhaf olması. Tarkovski’den miras olarak alıp sürdürdüğü bu ilişki biçimi; Sokurov’un sinemasını birlikte kurduğu “zaman” mefhumuna oldukça değişik bir önem addediyor. Bir Sokurov filminde ya da söz gelimi bir Tarkovski filminde “zaman”, olayların gerçekleştiği, aktığı zemini sağlamak yerine bizzat filmin başat öğesi haline geliyor. İmajların varlığı “zaman”la mümkün kılınıyor. Film zamana yapışık bir şekilde değil de, “zaman”ı dışlayarak ve dışladığı ölçüde onunla bütünleşik imajlar kurarak ilerliyor ve bu şekilde pelikülde zuhur buluyor. Yani bir nevi “görünür zaman”lar temsil ediliyor. (Fakat bu, bildiğimiz anlamda “zaman”ı temsil eden araç vs. kullanarak [saat gibi] değil tabi ki.) 


Bu temsiliyet meselesi de bir garip aslında. “Zaman”ın temsiliyeti sinemanın büyük anlatılar çağından çıkışının bir sapağı olarak kendine yer açmış gibi duruyor. Bunun örnekleri özellikle 1940 sonrasında Hollywood dışında yapılan filmlerin birçoğunda görülebilmekte. Ve yine özellikle İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin doğuşuyla birlikte, sinemanın bambaşka anlatılar kulvarına yönelmesi, bu “zaman”la kurulan ilişki biçimini de büyük bir ölçüde değiştirmeye başlamıştı. Sonrasında ise Ozular, Tarkovskiler, Antonioniler, Sokurovlar…



Tekrardan filme dönersek; The Second Circle’ın yapısındaki,


— Çizgisel bir zaman üzerinde akan sahnelerin içerisindeki zamansal sıçramaların -ki bu sıçramalar çizgi dışına değil de, çizginin ilerisindeki bir noktaya yapılan ve aslında çizgiselliği koruyup onu bütünleyen sıçramalar- “zaman”ın temsiliyetini ve filmdeki konumunu “bakan” tarafa sezdirmeye çalışan hareketler olduğunu görüyoruz. Çizgisel zaman içerisinde yaratılan boşluklar ise “zaman”ın varlığının imaja dönüştürülmesi sürecinin ta kendisi olarak duruyor.


— Keza başkarakterin babasının defin işlemlerini hallettikten sonra evine dönüp babasından kalan kutunun içindeki eşyalara baktığı sahnede de, “zaman” mefhumunun eşyalar üzerinden verilmesine şahit oluyoruz. Başkarakterin eline aldığı her eşyada, “zaman”ın müdahalesinin o bariz verililiği, Sokurov’un filminin kasvetli, yoksul ve yıkık bir Rusya imajıyla bütünleşerek, o güne kadar defalarca yapılmış olan Rusya tarihi eleştirisini daha farklı bir biçimde yapmasını ya da memento moriye* kendi açtığı yoldan ulaşmasını sağlıyor.


İşte böyle. Bir Sokurov filmi ki ne acayip ne acayip.


*Ölümü hatırla. (Lat.)


Temenni: Benim “zaman” mefhumu üzerine olan birikimimin kısıtlı olması yazıyı daha ileri konumlara ve analizlere taşımama engel olduğu için, bu alandaki teorisi ve bilgisi kuvvetli ve de kudretli olan Kudret Sezer arkadaşımızın buradan itibaren bayrağı devralıp olayı farklı farklı katmanlara taşımasını… Öyle şeyler işte.

Hiç yorum yok: