28 Temmuz 2012 Cumartesi

Böyle Günlerde Dışarılar Hep Pazartesi


Sevgili okuyucu, bırak filmden güzel bir şarkı sana eşlik etsin. Ya da etmesin. Sen bil.




Hani birbirine benzeyen filmler vardır ya. Şöyle bir cümleye başlarsınız misal: Genç Osman yahut Uyuşturucu Filmleri. Tonguuççç diye yanar balonlar di mi: Trainspotting, Requiem For A Dream, Vegas’ta Korku ve Dehşet falan fıstık. İşte Spun da bu Uyuşturucu Filmleri salıncağının ardından hoop diye düşebilir zihninize. Nedense bizim ülkede diğer saydığım filmler kadar tutmadı bu film. Ergenler birbirlerine “Olum Spun diye bir film var, herif film boyunca uçuyor” falan demedi. Ya da ben duymadım. Sözlüklere baktığımda da genelde işte yukarıda adını saydığım filmler üzerinden belirli laflar ah efendim bitir şu cümleyi yahu.




Spun  için, üzerinden, bir yerinden konuşmak için evet o filmlerden bahsetmek şart. Özellikle de “Vegas’ta Korku ve Dehşet’ten. Spun’ı çeken Jonas Akerlund dediğimiz muhterem, video müzik aleminde en az Chris Cunningham kadar iyi bir yönetmen olarak bilinmekle beraber Prodigy’nin bir klibini, -ah şarkının adını hatırlasam derken  şarkının adını düşünmeye devam ettiğim bir şarkının klibini- de yönetmişti. Bu klibi izlemek için de gecenin belirli bir saatine kadar beklerdik. Zira ancak 23:30’dan falan sonra gelebiliyordu ekranlara. Ya çok ahlâksız bir klipti ya da daha da çok ahlâksız bir klipti. Ama sanırım içinde öyle sandığınız gibi bir cinsellik falan yoktu. Ya da ben öyle zannediyorum. Yani şöyle düşünüyorum, cinsellikle ilgili bir şey olsaydı hatırlardım ama hatırlamıyorum. Yaz Youtube’a çıksın yahu. Benim derdim başka. Ama klibi yine de merak ediyorum ama bakmıycam lan. Hayır bakmayacağım*. Bakarsam Cengiz Kurtoğlu klibi olayım. Spun diyorum Spun, başka bir şey. Hani video klip estetiği denen şey var ya, işte al o estetiği bir uzun metraja çevir şahane Billy Corgan şarkılarını da içine ilave et, bir de kaptır asit kafasına, da da da daaaammm: Spun.


Filmin başrolündeki Jason Schwartzman’ı Wes Anderson üzerinden tanıyoruz. Zaten hepinizin bildiği gibi Wes Anderson üzerinden tanıdığımız hiçbir kimse boş çıkmaz. Almost Famous ile çocukluk yıllarımızın ideal eziklerinden olan Patrick Fugit de filmi sırtlayanlardan biri. Ama ama ama ve lakin ve bilahare söylememiz gerekiyor ki bu film eğer bir şey ise bunun müsebbibi mutlaka Mickey Rourke’dur. Hatta gaza gelip hayatının performansını veriyor derdik de arada Angel Heart, Rumble Fish falan var o yüzden diyemiyorum.


The Cook Geliyor.


Mickey Rourke filmde The Cook adlı amatör bir “kimyasalcı” ve seks kovboyunu canlandırıyor.  Başlarda sanki kötü bir herif gibi sunulurken sonlara doğru hafif kırılgan ve yumuşak başlı diyelim hadi, işte öyle bir adama dönüşüyor. Bir sahne var ki anlatmalıyım: Ross (Schwartzman) ve The Cook bir pornocuya gider. Kafalar iyidir tabi ve Ross birdenbire Amerikan bayrağının altında takım elbiseleriyle vajinadan ve onun özelliklerinden bahseden The Cook’u görür. The Cook’un vajina sunumu bitince de koca memeli ama küçük popolu kızların olduğu filmleri aramaya devam ederler. Aslında sadece The Cook karakteri üzerinden bir film yapılsa müthiş olurdu ama filmin sonunda maalesef The Cook’u patlayan bir karavanın içinde bırakıyoruz.Ha yine filmin sonunda, arabayla kente doğru ilerlerken The Cook’un Ross’a anlattığı bir çocukluk hikâyesi var ki, deme gitsin.



Bütün bunlarla beraber bu film elbette herkese hitap eden, herkesin severek ve beğenerek izleyeceği bir film değil. Yine bir Başyapıt vs. de değil. Dramatik yapının akışında bazı kopmalar, bazı aksaklıklar olmuyor da değil. Ama “kafa”nın anlatıldığı bir filmde eklektik bir kurgu olması kaçınılmazdır. Yani demek istediğim filmin ritminin de bir tür asit kafası gibi ilerlediğini düşünürsek düz bir kurgu ya da belirli bir hikâye akışı olması bu filme yarardan çok zarar getirirdi.


Spider Mike


Uyuşturucu Filmleri dediğimiz şeye dönecek olursak, bu filmler arasında kuşkusuz “Vegas’ta Korku ve Dehşet” ayrı bir yerde duruyor. Ama Spun birçok yerde söylendiği gibi bir tür eğlenceli Requem For A Dream, ama şu da var ki ben Requiem For A Dream’i hiç sevmem. Siz ne yaparsanız yapın yaşadığınız bir trajedi bir filmde gördüğünüz trajediden çok daha komiktir. Yani günlük hayatın trajedisinde komikliğe ya da saçmalığa meyleden bir taraf mutlaka vardır. Ama Requiem For A Dream bütün bunları es geçip tamamen kasvete ve nevrotiğe bağlayınca insan da “e o kadar da değil” duygusu uyanıyor. İşte bu duygu ile Spun’a bakarsanız aktüel yaşam içindeki ilişkilerin komikliği ya da uyuşturucu trafiğinin yarattığı absürd duyguyu tecrübe edebilirsiniz. Ya da etmezsiniz. Bana ne yani.


Hiç yorum yok: