30 Kasım 2012 Cuma

Sevdiceğim Gözyaşı Averajı Bizdedir

14 Kasım Çarşamba: Womb

Sevgili dostlar, şöyle tuhaf bir şey var ki mutluluk dediğiniz şey beraberinde bir “keder isteği” getiriyor. Ve aslen mutluluk da çok kederli bir şey. Anlayabildiğimiz kadarıyla asıl mesele mutluluk değil ve bunu sadece mutlu olunca anlayabiliyoruz
 Womb bu dediklerimizle alâkası olmayan bir film. Ama güzel film.



Gösterdik bu filmi biz. Seyirci sayısı da fena değildi. Ama ne bileyim. Aşırı beklenti sanırım. Yani sanki gösterimlerden birinde bir seyirci izlediği filmin etkisiyle çıldırsın istiyoruz. Ya da ne bileyim çok etkilendiği Womb filminin ardından eve gidip ağlasın. Ya da Dans La Ville Blanche gibi bir filmi de izlediğime göre artık hayatımı tamamlayabilirim diye düşünüp gösterim sonrasında düşüp ölsün. Emin olun hayat o zaman daha anlaşılır olurdu.
Ama bunlar olmuyor tabi, yine gidip tez falan yazıyoruz. Yine acayip bir dönemimizi Nazan Öncel’in doksanlarda yaptığı müthiş şeyleri dinleyerek aşıyoruz. "Günler böyle geçip gitti. Şimdi iyiyim." diyoruz.
Sunumda filmin tartışılabilir yanlarından bahsettik. Mesela bilimsel teknolojinin etik bir tartışması yapılabilir mi? gibisinden sorular sorduk. Yapılabilirdi tabi. Ama biz yapmadık. Filmin içinde “ensest” bir durum olup olmadığını sorduk. Yani sevdiği adam ölünce onu yeniden doğuran, sonra doğurduğu çocuğu büyütüp onunla sevişen ve bekâretini kaybedip bir daha hamile kalan bir kadının bu erkeklerle kurduğu ilişkinin ne kadar “ensest” olabileceğini konuştuk.
Kimileri bu durumu rahatsız edici buldu ve genel “iyilik” ve “ahlâk” kavramlarının can olduğunu söyledi. Kimileri de “ensestlik olsa ne olur olmasa ne olur sonuçta kadın sevmiş” dedi.



Olayın hastalıklı yanı da aslında bu noktada ortaya çıktı. İnanılmaz ve izole bir yaşam süren Rebecca’nın yıllarca aşkına sebat etmesi, başka sulara meyli olmaması ve sevdiği adamı doğurup büyüttükten sonra ondan aldığı tek bir şeyin ardından gitmesine izin vermesi ne olağanüstü bir davranıştır! Ve ne hastalıklı.
Bilim şu bu istediği kadar ilerlesin, insan denen şey ne kadar değişirse değişsin böyle insanlar olacak şüphesiz. Boş zamanlarında acı çeken, olmadık şeylere hayatını harcayan, bişeylerin peşinden koşup duran ama sonuçta hiçbir şey elde edemeyen, o güzel insanlar. Hastalıklı insanlar yani. İyi ki de olacak. Yoksa buralar daha da sıkıcı olurdu.
Womb bittikten sonra yolda yürüdük. Rebecca’yı ise filmin sonunda tek bir lambası yanan tam yüzyıl uzaklıktaki evinde bıraktık.

Hiç yorum yok: