30 Kasım 2012 Cuma

Üstü Başı Kapalı Bir Mesela: "Kürt Sineması" (2)

Bundan 5 ay kadar evvel Press filmini yazmak için bir girişimde bulunmuş; fakat filmi yazamadan başka meselelere değinip yazıyı bitirmiştik*. Çünkü filmle ilgili meseleye gelmeden önce başka bir “mesele”den durmaksızın bahsetmek gerekiyordu. O yazıda da bunu yapmaya çalışmış ve yazının ufak bir prelüd olmasını sağlamıştık. Şimdi yine Press filmi üzerine yazma hamlesinde bulunuyoruz.


Yine Press filminden önce filmle direk alâkalı olan bazı şeylerden bahsetmemiz gerekiyor. 5 ay önceki yazıda “Kürt Sineması” nın ana meselesinin de,  Kürt Meselesi’nin ana konusu olan dil sorunu olduğunu görüyoruz demiştik. Özellikle İki Dil Bir Bavul biraz da mizaha yaslanarak olayın trajikomik yanını gözlerimizin önüne getirmişti. Min Dît de birçok kusuruna rağmen anlatmaya çalıştığı ve benim çok önemli bulduğum bir durumu bizlere aktarıyordu. Bu durum Kürt ile Yoksul Kürt ayrımıydı. Senarist Evrim Alataş buralardan göçüp gitmeden önce meselenin belki de en temelini gösteriyordu. “Kürt” demek aslında Diyarbakır’daki, Şırnak ya da Hakkari’deki yoksul insanlar demek. Devletin sevmediği ve Kürt dediği şey de aslında onlar. Akp’li Kürtler ya da Chp’nin acayip milletvekillerinden bazıları bizim bildiğimiz anlamda Kürt falan değiller.

Kürtler bu memleket kafasına göre dağdakiler ve “Doğu”da bulunan adamlardır. O yüzden mesela bir Özal çok sevilmiştir çünkü o bütün “Kürt” lüğüne rağmen, yapıp ettikleriyle dibine kadar Türk’tür. Buna karşılık bütün “Türk” lüğüne rağmen, yapıp ettikleriyle İsmail Beşikçi bir Kürt’tür. Bu tıpkı Doğu- Batı gibi bir şey. Yani coğrafi durumdan çok bir ekonomi-politik var ortada. En basitinden Japonya batıdır, ama Arjantin doğudur, gibi.

Olayı biraz daha açmak için İnan Süver’den bir örnek verebiliriz. İnan Süver bundan yıllar önce vicdani reddini açıklamış anti-militarist bir adamdır. Bir sürü hapishaneye girip çıkmış, her türlü işkenceye de maruz kalmıştır. Vicdani ret her ne kadar bir hak olarak tanınmasa da yapan insanların başına çok fazla bir şey gelmez. (Doksanların başını ayırıyorum. İlk Vicdani Retçiler epeyi zor durumlar yaşamışlardı. Birçoğu da hapiste yatıp çıkmıştır. Yine Mehmet Bal, Mehmet Tarhan gibi örnekleri de genellemeden çıkarmak lazım. Ama İnan Süver’in durumu başka. Daha başka) Peki neden İnan Süver’in üzerine bu kadar gidildi? Neden adamı mahvettiler? Ve bunca yıla rağmen neden adamın yakasını bırakmıyorlar? En başta İnan Süver yoksul bir adamdır. Vicdani reddini arkasına hiçbir sivil girişim almadan yapmıştır. Ve birçok benzer örneğin yanında fazlasıyla yalnız bırakılmıştır. İkincisi bu adam Kürt’tür. Yani yukarıda ayrımını yaptığımız şekilde “Kürt”tür. Çok az konuşan bu adamın ilk mahkemeye çıktığında söylediği şeyler de ona yapılanların neden bu kadar ağır olduğunu açıklayabilir. Çok kısa konuşmuştu mahkemede İnan Süver “Avukatıma da aynı soruyu sordum” demişti “Ben hiç suç işlemediğim halde neden buradayım? Benim suçum ne?” diye sürdürmüştü laflarını hakim de “E askerden kaçmışsın” diyince İnan Süver “Ben askerden kaçmadım. Askerlik yapmayı reddettim. Ben elime silah alabilecek biri olsam gider gerillaya katılırdım. Şimdi Tsk’ya nasıl katılayım?” diyince yani gayet mantıklı bir cümle kurunca da Hakim “Vatan için her Türk..” diye bir cümleye başlamıştı. Sonrası klasik.



Bu dil meselesinin neden bu kadar önemli olduğunu ortalama bir zekâ ile tespit edebiliriz sanırım. Özellikle mahkeme süreçlerinde insanlar kendilerini savunmak durumunda kaldıklarında ana dillerini kullanmak isterler. Zaten bütün bu eziyeti de o dili ve o dilin etrafında şekillenen bir sürü “yaşam”ı unutmamak, yaşatmak için çekmişlerdir. Yoksa kendi dilleriyle de savunma yapsalar T.C.’nin hapislerinden çıkamayacaklarını biliyorlar. İnan Süver’in ana dilinde yapmadığı o kısacık savunmada belki de her şeyi çok güzel özetlemesi onu hapisten ya da eziyetten kurtaramadı. Ana dilinde savunma yapan insanlar da her şeyi mantıklı bir şekilde açıklamalarına rağmen hapisten kurtulamayacaklar. Bunu hepimiz biliyoruz (Bu arada Chp ne komik değil mi?  “Kürt meselesiyle ilgili her şey meclis çatısı altında konuşulmalı, tartışılmalı” dedikten 18 saniye sonra “Ana dilde savunmaya karşıyız” diyorlar. Başlarını okşayıp “Haydi git şurada oyna” diyesiniz geliyor adamlara).

Press filmi de bu yukarıda bahsettiğimiz “yaşamları” unutmamak, olan bitenleri unutmamak için yapılmış bir film (Bu çok önemli sanırım. Unutmamak yani. Bu noktada Kürtlere yapılanların unutulmaması gerektiği gibi zamanında elele veren Türk ve Kürt halklarının Ermenilere yaptıklarının da unutulmaması gerekiyor kuşkusuz. Hiçbir şey unutulmamalı).  Bu meselede “olan” birçok şey var. Press filmi bir makas atlayarak olayın çok sonrasında olup bitenleri gazetecilerin hikâyesi üzerinden anlatıyor. Özgür Gündem gazetesi doksanlarda dünya üzerinde çalışanları en fazla suikaste uğrayan kuruluşlardan biriydi. Yüzlerce Özgür Gündem çalışanı, dağıtıcısı ya da satıcısı “bir şekilde” öldürülmüşlerdi. Bazıları sokak ortasında bazıları da dağ başında. Süleyman D.’nin “Bunlar birbirini öldürüyor. Devlet cinayet işlemez” dediği yıllarda oluyor her şey. Bu cinayetlerin neredeyse hiçbiri anaakım medyada yer almadı tabi. Bugün “Aslında Kürtlere bazı haklar verilmeli” diyen bir sürü adam o yıllarda da gazeteciydi ve o zamanlar “Terörist, bölücü, bebek katili” minvalli yazılar döşüyorlardı.



En başta olayı bir “gazetecilik övgüsü” ile ele alıyor Press. Gerçeğin peşindeki gazeteciler olduğunu ve bunların hayatları pahasına gerçekleri yazdığını gösteriyor Diğer tarafta ise bütünüyle anti-militarist bir film olduğundan askeri araçların hepsini (Büyük ihtimalle maddi yetersizlikten) kötü bir efektle, yani sahte olduğu çok belli olan biçimde göz önüne getiriyor. Askeri araçlar ya da tanklar daha çok oyuncağa benziyor. Belki de zorunluluktan yapılan bu seçim filme tuhaf ve aslında mizahi bir etkide bulunuyor. Sonuçta böyle bir filmde bütün ihtişamıyla tank, panzer ya da askerlerin gösterilmesi pek de mantıklı olmazdı. O yüzden bu “biçimsel” hamle filmi çok farklı bir hale getiriyor.

Bir önceki yazımızda bu filmlerden hemen bir sanatsal başarı beklenmesinin yanlış olacağını söylemiştik. Çünkü bu yönetmenlerin (henüz) sanatsal bir amaçları vs. yok. Onlar kendilerine aracı ediniyorlar.. O yüzden şimdi senaryo ya da kurgudaki kimi yanlışlıklardan ya da “olmamış” yerlerden bahsetmenin manası yok. Ama filmin derdini anlatırken başvurduğu bir durum var ki, bir yerden sonra rahatsız edici bir boyuta ulaşıyor.

Bu “durum” şu “mesleğin onuru” diyebileceğimiz belki de dünyanın en saçma kavramı. Press sırtını “gazetecilik onuru” denen şeye yaslamış gibi görünüyor. Fazlasıyla mesleki bir övgü bu. “Onurlu gazetecilik” için hayatlarını feda eden insanlar. Her ne kadar haberlerini yaptıkları insanlar yakınları olsa da bu “gazetecilik” durumu bir aralık olarak ortada duruyor. Ben “mesleğin onuru” gibi bir lafı duyduğunda ya da okuduğunda gülen bir insan olarak böylesine “önemli” bir filmde bu durumun ön plana çıkmasını görünce neredeyse şok oldum. Çok basit şekilde “Ne gerek vardı ki buna” diye sormak isterim.


Bu ufak rahatsızlık dışında Press derdini iyi anlatan bir film. Özellikle “Masum” bir halka yapılan kötülükler ve bu kötülükleri yapan ve “Masum olmayan” iğrenç halk ayrımının yapılmaması filmi değerli kılıyor. Şu “Masum” lafı da kişilere ancak "terör" vs. gibi işlere bulaştıklarında üzerlerinden atabilecekleri bir durum olarak verildiği için kavramın kendisi saçma bir hale geliyor. Karşı karşıya getirmek yerine işin biraz da “ruhani” tarafına eğilmeye çalışan bir film Press. Yani evet tüm bunlar oluyor peki bunları yaptıran temel içgüdü ne? Nasıl bir durum oluşmalı ki insanlar bu hale gelsin? Sadece politik dalavereler değil daha “insani”(“İnsanca pek insanca” anlamında “insani”) bir durum var ortada, o durumu anlayabilmek için az da olsa sorular sorabilen bir film Press.

Press bazı “eksik” kavramlara başvurmayıp (“Gazetecilik onuru” denen şeyi istisna sayalım) meselesin kendi yöntemleri ve kavramlarına başvurarak anlatmak amacıyla yola çıktığı için değerli bir yapım olarak aklımızda yer edecektir.


*http://ellinciyilkoskufilmleri.blogspot.com/2012/06/ustu-bas-kapal-bir-mesela-kurt-sinemas.html

Hiç yorum yok: