22 Şubat 2012 Çarşamba

Hakkı Yenmiş Fransız Yönetmenler

Merhaba ben Cafer Sas. Geçen ay Berlin Film Festivali’nin açılışında Catherine Deneuve’e ödül vermeden önce (yüzümü özellikle Fransız gazetecilere çevirerek) kısa bir konuşma yaptım. Fakat yancı Alman medyası Fransızlarla ortaklaşa bir sansür uygulayarak bu konuşmamı kamuoyuna yansıtmadılar. Ben de kendi çabalarımla sözümü duyurmaya çalışıyorum. Sesimi duyurabildiğim yerlerden biri olan bu blog’u açanlara ve kendi sayfasını bana veren Bababeni Okuldanal’a teşekkürlerimi sunarım.


Söylediklerim şöyleydi :


Bugün burada Catherine’e ödül verirken aklıma ister istemez hakkı yenmiş Fransız yönetmenler geldi. Bu durum ben de dahil olmak üzere birçok insanı rahatsız eden boyutlara ulaşmıştır.


Hep belirli isimlerin etrafında dönerken bazı farkları gözden kaçırıyor hatta tamamen görmezden geliyoruz. Şimdi izninizle bu yönetmenlerden bahsedeceğim. En başta Belçikalı bir yönetmen olmasına rağmen daha çok Fransa’da çektiği filmlerle bilinen ve hakkı yenen Chantal Akerman’dan bahsetmek isterim. O eşsiz mizahı, hayatın durgunluğundan çıkardığı ve hep belirli bir duyguyu imleyen o mizahı nasıl unutabiliriz? Anna’nın Buluşmaları yahut bir Proust uyarlaması olan Le Captive’e ya da Je Tu Il Elle’i nasıl görmezden geliriz? Nasıl unuturuz? Ya Jean Eustache’ye ne demeli. Hiçbir şey yapmasa bile sadece Anne ve Fahişe için fazlasıyla dikkate alınması gerekmiyor muydu? Ama yoo siz Truffaut’nun Carne’nin peşinde koşmaktan fırsat bulamadınız ona bakmaya. O da siz ve sizin gibilere siktiri çekip bu dünyadan ayrıldı zaten.







Gelelim Alan Corneau’ya. Dünyanın Bütün Sabahları’nın o müthiş açılış sahnesini bir izleyen bir daha unutabilir mi? E nasıl unutabildiniz o zaman. Ayıp değil mi. Bir de ortalıkta dolaşıyorsunuz utanmadan. Hep kendinize sevişiyorsunuz. Tüm yönetmenlerle aynı şekilde sevişip aynı gözle bakıyorsunuz. Yalansınız yalan.






Ya Bertrand Blier ne yaptı oğlum size? Fazla mı geldi,bayağı mı geldi adamın mizah tarzı? Zaten nerde farklı bir şey görseniz Bayağı dersiniz Camp dersiniz. Buffet Froid gibi bir çılgınlık hamlesine “ehem ehem” der geçersiniz. Bebek bezleri sizi.





Sizler ki Leos Carax’ı bile sinemadan soğutmuş adamlarsınız. Andre Techine’in Randeve’sunu mu hasır altı etmeyeceksiniz? Ettiniz tabi. Soğan halkaları sizi.


Ve korkarak gözlemliyorum ki sıra Bruno Dumont’a geliyor. Adama yıllar evvel bir en iyi yönetmen ödülü verip yolladılar Cannes’dan. Ardından da tısss. Yemişim Cannes’dan aldığı ödülü. Ama adamın filmlerini gerçekten konuşmak için bu bile bir vesile olmamış görünüyor. Derdiniz ne oğlum sizin. Son yılların en iyi yönetmenlerinden birini çıkarmışsınız niye itekliyosunuz? İlgilenmiyorsanız da delikanlı gibi “biz sevmiyoz abi ilgilenmiyoz Dumont’la” diyin biz de sizi adam yerine koyup susalım. Yeter Ozon’un peşinden koştuğunuz (Ozon’u da severiz o ayrı). Biraz yenilikçi şeylere dört açın gözlerinizi. Mısır gevrekleri sizi.





Ezcümle : Herkes adam olsun garibin hakkını yemesin.



(Bu konuşmamın ardından beni alkışlayan tek Fransız’ın Catherine Deneuve olduğunu belirtmek isterim. Ayrıca salondan da pek alkış almadım. Sadece durumun ne olduğunu pek kavrayamayan Norveçli sinemacıların ayakta alkışladıklarını gözlemledim. Sonradan duydum ki bu Norveçliler işleri güçleri olmadıkları için dünyadaki her muhalif hareketi destekliyorlarmış. Benim de Küresel Isınma ile ilgili konuştuğumu, büyük ülkelerin bu konudaki politikalarını eleştirdiğimi düşünmüşler ve bu tavrı mı muhalif bularak alkışlamışlar)

Hiç yorum yok: