28 Şubat 2012 Salı

Şimdi Yancan, Farkına Varmıycan

Şimdi biz geçen Çarşamba.

Geçen Çarşamba’yı kaç sıfır önde kapattığımızı kestirmek mümkün görünmüyor: Microsoft Powerpoint’in sponsorluğunda başlayan bir sunum, öğrencilik hayatının büyük bir kısmını C Blok’ta geçirenler, pazardan dönerken bir uğrayanlar, sonradan mühendis olduğu anlaşılan adamlar, gecede yedi tane yazı yazanlar, bir saatlik film için o kadar yol yürümek istemeyenler vs.

İşte, gösterimde olup biten her şey bu dizgenin içinde gerçekleşiyordu ve aynı zamanda, olan biten her şey bu dizgenin dışında gerçekleşiyordu.

Onlar zaten aynı dönemin adamı.


Kieslowski sinemasına daha evvelden yaptığımız girişi, pekiştirmek adına yapmadığımız bu hamleden memnun kaldık mı? Bilmiyoruz. Ama değişik şeyler oldu. Mesela Kieslowski’nin Dekalog’ta yarattığı o izole dünyanın bir bölümünün ritmine 57 dakika boyunca girmeyi deneyen insanlar vardı. Oldu mu peki? Girebildik mi? Bunu da bilmiyoruz. Ama gösterim sonunda her şeye rağmen oturduk ve konuştuk.

“Dekalog’un yapısı nasıl işliyor? Nedir yani bu filmin olayı?” sorusunun cevabını kendimce şöyle açıklarken: “Kieslowski bir emri çıkış noktası olarak alıyor ve onun üzerine öyle bir hikaye, öyle bir yapı inşa ediyor ki, tekrar o emir perspektifinden filme baktığımızda, “kesin-bir-yargıya-varılamaz-durumlarla”* buluşuyoruz, bu da canımızdan çok sevdiğimiz biricik Polonyalı yönetmenimizin aslında bizi, bu dogmaların yetersizliği/eksik bakışlılığı fikrine götürmeye çalışmış olduğu düşüncesine itiyor. Bu “yetersizlik” fikri ise, temelinde yüzyıllardır süreğenliğini koruyan mutlak iyi ve mutlak kötü arayışının gelip dayandığı bu übermodern dünyanın acayipliklerini barındırıyor ve sinemada da eskiden beri çizilen mutlak kötü ve mutlak iyi imajları için, “Ey insanoğlu yok öyle bir şey!!11! Dön bi etrafına bak” diyor.”, seyircilerin bir kısmı da benim değindiğim şeyleri “muğlaklık” mefhumu üzerinden anlatmaya çalıştılar, filmin kapalılığından dem vurdular. Ayrıca azimle ve ısrarla sessizliğini korumaya devam eden de bir kesim vardı ki, işte onlara, bu yeni ifade biçimleri arayışları için hayatımız boyunca hep hayranlıkla bakacağız.



Gösterimden sonra ise, sinema üzerine entelektüel bir birikim yapmak isteyen her yurdum gencinin, attığı ilk adımın bu zor isimli Polonyalı dostumuz olması eğilimi salonda bir burukluk yaratırken, sessizce gelecek haftaki Sayat Nova’ya doğru dağıldık. Ve yolda da çok ilginç olaylar yaşadık. Ama bu tabiî ki başka bir yazının konusu.

*(Asıl suçlu/günahkar şimdi kim oluyor ki bu durumda? / Ben anlayamadım valla, adama da yazık, ama aslında kadına da yazık, e bir de genç eleman var o da ayrı bir şey” durumları bunlar.)

Hiç yorum yok: