22 Temmuz 2013 Pazartesi

hak edilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de





Biz eskiden hayata anlamlar biçerdik. Bir sürü yorumlarda bulunurduk. Sokakta elimizde şarap saçma sapan bağırdığımız olurdu. Ama genel olarak hep evdeydik. Evde de değil, odadaydık. Çok büyük maceralarımız olmadı. Hayat tecrübemiz ise filmler, kitaplar üzerinden edinilmiş şeylerdi. Türkiye’nin çeşitli kentlerinde birçok odada bulunduk. Bu kentlerin bazılarında bizim gibi odalarından pek çıkmamış insanlarla tanıştık. Uzun süreli olmayan bu arkadaşlıkların sonunda başka kentlerdeki başka odalarımıza geri döndük.

Hâlâ bir odadayım. İzmir’den 16 saatlik bir seyahat yapıp başka bir odaya geçiyorum. Bir süre sonra burdan geri dönüp İzmir’deki odamda hayatımı sürdürmeye devam edicem. Aradan zaman değil de sadece birkaç film ve kitap geçmiş olacak. Mesela Ruby Sparks’ı gördüğümde “Hımm bunu Antakya’daki odada izledim” diycem. Hani fena olmayan bir film. Çok uzun yıllar sonra hatırlamayacağım bir film. Zoe Kazan’a hâlâ ısınamadığımı gösteren bir film. Ama yine de şu “Fransızca” sahneleriyle epey ilgimi çeken bir film. Ardından Güz Sonatı izlediğim bir başka oda. Filmin 25. Dakikasında uykuya yenik düşmem, rüyamda başka bir odada bir arkadaşın çocukluğuna yapılan ziyaret.

Zamanında entelektüel kaygılarım vardı. Bir şeyi izlememin ya da okumamın nedeni sadece o şeylerin izlenmesi ve okunması yönünde aldığım duyumlardı. Yaptığım bir İstanbul ziyaretinde İstanbul Modern’de mutlaka görülmesi gereken şeyler olduğu yazılıyordu Radikal’de. Ben de fırsat bu fırsat diyip gitmiştim İstanbul Modern’e. Gördüğüm şeyler bana neredeyse hiçbir şey ifade etmemişti (Ki zaten etmemesi gerekiyormuş bunu da bu yaşımda anladım). Ama bir iş vardı ya da bir eser, nasıl söyleniyorsa işte. Rus bir kadının işiydi bu. Adı “Odadan Uzay’a Uçuş” olan bir iş. Çok bir şey de yoktu aslında. İşte bir oda dizaynı, öyle yukarıda bir ufo falan da yok. Sadece tavanda bir delik açmışlar. Delikten odaya ışık süzülüyor. Odanın içinde de yatağında oturmuş kitap okuyan bir çocuk. Fakat elinde kitap yok. Olağanüstü etkilendiğimi hatırlıyorum. Hiçbir şey anlamadığım durumların beni acayip etkilediğini de ilk kez orda anlamıştım.

Orta halli bir memur ailesinin çocuğu olduğum için hayatım Modern Sanat Müzeleri’nde geçmedi doğal olarak. Ama o gün “Eğer modern sanat buysa, kurban olurum ben böyle sanata” demiştim. O İstanbul sürecinde sırf öyle bir iş görürüm diye tekrar tekrar gitmiştim İstanbul Modern’e. Ama Cihat Burak’ın kedili tabloları ve “O Diyarlar ki Orada Acayiplikler Var” (Adını yanlış hatırlıyor olabilirim) adlı şeyi dışında bir şey kalmamış aklımda.

İşte dışarıda görüp de etkilendiğim şeyler bu kadardır sanırım. Onun dışında bütün hayatımızı yönlendiren, değiştiren şeyler hep odalarda oldu. “Odadan Uzay’a Uçuş” adlı şeyin bende bıraktığı etkinin bir benzerini ise sadece bir şarkıda bulmuştum: Mad World. Donnie Darko’nun sonunda çaldığında, sözlerini hiçbir şekilde anlamasam da aynen Odadan Uzay’a Uçuş’u gördüğümde hissettiğim şeylerin benzerini yaşamıştım. Şarkıyı daha sonra birçok kez dinlesem de o tuhaflık ve anlaşılmazlık bir türlü sona ermedi. Dünyada bir sır varsa –ki yok- kesinlikle bu şarkı ya da o işle alâkalı bir şeydir. Mad World’ün Gary Jules tarafından tekrar söylenmesi başka bir yaşama işaret eden bir şeydi. Bunu şarkının ilk halinde hiçbir şekilde göremeyiz. Garey Jules şarkıyı alıp ona bir ruh üfledi ve o gün bugündür belirsizlik sürüyor (Youtube’da 60 milyon kez dinlenmesi hiçbir şey ifade etmez. Belirsizlik kafa sayısının çokluğuyla ortadan kalkmaz).

Ne zaman bir belirsizlik ortaya çıksa ya da ne zaman hiçbir zaman anlayamayacağım bir şeyle uğraştığımı düşünsem aklıma ya Odadan Uzay’a Uçuş ya da Mad World gelir. Mesela ölen bir arkadaşınız vardır. Siz onun neden öldüğünü, bunun nasıl oluştuğunu ve sonuçlarını kesinlikle bilir ve yaşarsınız. Dışarı çıkıp onun ölümünü bütün haklı gerekçeleriyle onaylarsınız. O başka bir odadan gelip sizinle tanışmıştır, sonra da ölmeye karar vermiştir. Siz de bu haberi alır ve üzerine düşünmeye başlarsınız. Bu sizi kahreden bir süreç de olsa bir şekilde olayı her yönüyle düşünür ve onun ölümünden kendinizi de sorumlu tutarsınız.


Her şey tam olması gerektiği gibi işler. En sonunda yine odanıza dönersiniz. Telefon rehberinizi açıp ölen arkadaşınızın numarasını silersiniz. İşte burada yeniden o tuhaflık ve belirsizlik yakalar sizi. Ölümü, şu bu her şey çok net ortadadır, süreç işler. Peki neden bütün belirsizlik ve acı onun adını telefon rehberinizden sildiğinizde ortaya çıkar? Nedeni elbette yok. Sadece bu nedene ya da bu sırra az da olsa ulaşmış -böyle bir sır olmasa da ulaşmış- şeylerle yetinmeye çalışırsınız. “Odadan Uzay’a Uçuş”u tekrar görme şansım yok. Ama Mad World ile az da olsa yetinebilirim.



Hiç yorum yok: