7 Temmuz 2013 Pazar

Kitleyi Nitelendirebilmek İçin Yapılabilecek Her Türlü Girişimin Bir Nedeni Olarak


Bir düşüncenin ya da durumun iletim şekli sinema filmine yakınsadığı zaman, ortaya çıkan ürünün propagandaya meyletmesi sıkça karşılaşılan ve nahoş bir durumdur ya da ajitasyon. “İran sineması“ ve “çocuk” ya da “İran sineması” ve “kadın” ilişkisi ele alındığında ise bu hendeğe düşmüş onlarca yönetmen ve filmle karşılaşmak da mümkündür. Var olan bu kötü örneklere nazaran, bahsi geçen klişe ilişki biçimlerinin bir yaratıcılığa maruz kalması, vakti zamanında ancak Penahi gibi bir yönetmenle mümkün olmuştu.  Penahi, kadın veyahut da çocuğun kamusal alandaki varlığının, şarkiyatçı Avrupa camiasını tavlama amaçlı herhangi bir güzellemeye ya da dramlaştırmaya bulaştırılmadan, tüm olağanlığıyla ortaya konularak da gösterilebileceğinin örneklerini sunma adına güzel işler yapmıştı.



Geçtiğimiz yıllarda ise ülke yönetimi tarafından birtakım cezalara çarptırıldı malumunuz. Ağır şeylere maruz kaldı. Açıkçası vaziyetler böyleyken, yeni bir şeylerle karşımıza çıkabileceğini hiç düşünmüyorduk ki; birdenbire ”This is Not A Film”. Fakat belgeselin hangi koşullarda çekildiğine, hangi yollarla ülke dışına kaçırıldığına ilişkin kulisleri dolduran gürültüler, belgeselin kendisinin önüne geçince, mantıklı davranıp ortalığın biraz durulmasını bekledik. Çünkü Penahi’nin sadece böyle bir reklamdan nemalanmak, bir nevi dümdüz bir söylemle “bakın o kadar kötü durumda olmama rağmen yine de kopamıyorum şu sinemadan, o yüzden bir yolunu bulup yine film yapıyorum, fakat kötü durumdayım bu da bilinsin yani, ülke yönetiminin bana verdiği haksız cezalar için bir girişimde bulunmalısınız” demek için film yapmayacağını (bunun için zaten başka girişimlerde bulunduğunu), bugüne kadar sinemasını hep bu şekilde bir tavırla iletilen sinemanın karşısına konuşlandırdığını biliyorduk.  Ve bu nedenle umutluyduk. başucumuzdaki saat gibi.



Ne yazık ki beklenen olmadı. “This is Not A Film”, Penahi’nin daha önceki filmlerinde koruduğu metanetli tavra nazaran, herkese brokoli dişletebilecek biçimde, kendine acınmasını bekleyen bir Penahi çiziyordu. Penahi, gerek kamera karşısında avukatıyla yaptığı telefon konuşmasıyla olsun, gerek çekemediği filmini anlatmaya çalıştığı o inişli çıkışlı anlarda olsun, hep “bana acımalısınız” tavrıyla karşımızda duruyordu. Yaratıcılığının emarelerini görebildiğimiz bazı anlar ise bu saçma tavrın içinde yok olup gidiyordu. Bu tip meseleleri filme aktarırken mesafesini korumaya dikkat eden Penahi,  iş kendi etrafında inşa edilmiş bir filme geldiğinde, öyle davranamayacağını göstererek pek de iyi bir şey yapmamış oluyordu aslında. Belgeselin ne kadarının kurmacaya ne kadarının gerçekliğe değdiği meselesine bulaşmadan samimiyet eksenine çekilebilecek bu durum, bizde bazı düşünceler uyandırmadı değil. Neyse, kişisel olanın politikliğine olan inanca rağmen samimiyet ve ifade zemininde kendini kaybeden film, birçok zayıf nokta barındırıyordu özetle.



Son olarak, bu ve bu gibi durumlarda verilen demeçlerden sonra atılması gereken en temkinli adımın ne olduğunu bilemesek de, hiç hesapta olmayan bambaşka kitapları ve bambaşka filmleri düşünmek, kaldırıp atabileceğimiz bir kanepeyi sanırım ki evinde barındırmıyor ve barındırmayacak.

Hiç yorum yok: