18 Temmuz 2013 Perşembe

Hayat Ne Anlatır?





Daha önce Eymirli ile Bored to Death üzerine konuşmalar yapmıştık. Birinci sezon odaklı bu konuşmalarda dizinin polisiye düzeyinin yüksek ama yetersiz olmasının bir yerden sonra problem doğurabileceğini öngörmüştüm. Şimdi aradan bir ay geçtikten sonra ve Bored to Death’in üçüncü sezonunu da izledikten sonra diyebilirim ki öngörümde tamamen yanılmışım.

Jonathan Ames’in ikinci sezondan itibaren dizinin polisiye dozunu düşürüp karakterlerin günlük hayatlarına odaklanmaya başlamasıyla Bored to Death tadından yenmeyecek bir hale gelmeye başladı. Ve her yeni bölümüyle de çıtayı biraz daha yükseltip bizleri mutlu etti. Üç karakterin (Jonathan, George ve Ray) “büyüyememiş” hallerini erkeklik gibi bir kod üzerinden değil de “insan olma” durumu üzerinden ele almaya başladıkça Bored To Death küçük çapta bir başyapıta dönüştü. Eşcinsellik,ensestlik, sübyancılık vs. gibi konulara değinen ve bütün bu durumlara alabildiğine naif ve hassas bir şekilde yaklaşan Jonathan Ames üçüncü sezonla birlikte mesajını daha net bir şekilde vermeye başlıyordu.



Jonathan


Bu “insan olma” durumu verili olan duygu ve davranışların reddedilmesiyle ortaya çıkan bir durumdur. Bizler hep toplumsal ahlâkı reddetmenin çok cool bir şey olduğunu düşünerek büyüdük. Sanki yıkılan her tabu bizi özgürleştirecekmiş gibi davrandık. Fakat elimizde kalan şey yine küçük bir mutsuzluk oldu. Aslında bunun sebebi içten içe gerçekten de toplumsal bir ahlâka inanmamızdı. Bundan kurtulduğumuzu zannettiğimizde bile beklenen özgürlük ya da mutluluğa erişememiştik. Harcanan çaba, şöyle ya da böyle olma duygusu aslında olduğumuz şeyin de yok olmasına neden oluyordu. Kısacası, sürekli kendi üzerimize gelip çeşitli engel ve hedefler yaratarak hayatı olduğu gibi görme fırsatını kaçırıyorduk. Ahlaki bir durumu kabul ya da reddetmek olduğumuz şeye neredeyse hiçbir fayda sağlayamıyordu. Çünkü her iki durum da olağan akışa yapılan müdahaleden başka bir şey değildi.

Bored to Death işte bu yukarıda bahsetmeye çalıştığım durumu çok iyi kavramış bir yapıya sahipti. Jonathan, Ray ve George toplumsal açıdan ahlâki diyebileceğimiz neredeyse hiçbir özelliğe sahip değiller. Fakat bunun edebiyatını da yapmıyorlar. Ahan da ne güzel sürekli ot içiyoruz, sperm satıyoruz, ensest yaşıyoruz demiyorlar. Üçünün de çocuksu ve kırılgan yapıları ve birbirlerine duydukları şefkat duygusu “insan olma” denen şeyin unutulan ya da deforme olan özellikleri olarak dizi boyunca yeniden hatırlatılıyor. George’un zarafeti, Ray’in çocuksuluğu  ve Jonathan’ın saflığı bir araya gelince içinde hiçbir “kötülüğün” bulunmadığı bir ilişki modeli çıkıyor ortaya.



Ray (Süper Ray)


Bir şekilde mutlu olmak için çabalayan, hayata tam olarak ayak uyduramasa da bir sürü badireler atlatıp yeniden bir araya gelen üçlümüz hayatı yaşamanın bir başka modelini öneriyorlar. Jonathan’ın dedektiflik maceraları, Ray’in bir yerden sonra ünlü olmasına sebep olan koca penisli kahramanların başrolde olduğu çizgi romanları ya da George’un yaşadığı bir sürü ot ve seks macerası karakterlerin kırılganlığına ve güvensizliğine çare olmuyor. Bahsettiğimiz model de tam burada ortaya çıkıyor. Ne yaparsak yapalım aslında hiçbir şey o kadar cool değil diyor Bored to Death. Siz birbirinize elinizden geldiğince şefkatli davranın ölüp gideceksiniz diyor. Dolgun yaşamaya bakın günleri diyor. Bunu neredeyse hiçbir toplumsal norm ile bağdaşmayan bir şekilde de olsa bütün ahlâki kurallara bağlılık göstererek de olsa bir şekilde uygulayın diyor.

İkinci ve üçüncü sezonda karakterler zenginleştikçe hikâyenin akışı da hızlanmaya başlıyor. Böylece anlıyoruz ki belirli bir akış yaratmak için illa da dedektiflik olaylarına gerek yok. Karakterlerin kişisel olaylarının akıcılığı ve komedisi bir diziyi on sezon bile götürebilir. Bored to Death de işte tam bu kıvama gelmişti. Karakterler yerli yerine oturmuş ve dizi asıl şimdi doruğa ulaşacakken allahsız HBO diziyi iptal etti.


George

Dünya minvalini kaybetti sevgili dostlar, bu kesin. Bu duruma bakıp distopya yaratmak da mümkün epeyi gülmek de mümkün (Aslında bu kayboluşun komedisini Bored to Death’den daha iyi yapan bir başka dizi var: Louie. Onu da yazarız bir gün). Bored to Death tüm bu kaybolma durumunun ortasında birbirine tutunmuş ve genel olarak komik ve kırılgan karakterleri getirdi önümüze. Dünya kötüye gidiyor evet. Ama bu yeni bir şey değil. O yüzden sürekli üzülüp, anlayamamak yerine Bored to Death izleyip iyi hissedebiliriz. Kötüye giden bir dünyada iyi hissetmek de yeterince güzel bir şeydir.

Hiç yorum yok: