16 Mart 2012 Cuma

Hiç Hesapta Yokken Bir Behçet Bir Nacar

Türk sinema tarihindeki tuhaflıklar, ister 2012 yılında olalım, istersek 2012, her defasında ilgi çekmeyi başaracaktır. Bu “havalı” giriş cümlesinden sonraki ikinci cümleyi şöyle yazarsam: “Bunlardan biri de şüphesiz ki X’tir” klişenin allahı olmuş, şöyle yazarsam: “Ruanda’ya giden X’lerden biri de Türk’tür şüphesiz ki.” kafalarda bağlamla alakalı sorular oluşturmuş, ya da şöyle: “bir de Komando Behçet diye bir film var, filmin adı Behçet ama filmdeki başkarakterin adı başka bir şey, ben bağlantıyı kuramadım vallaha” dersem de klişenin Yılmaz Atadeniz’i (ki çok severiz) olmuş olurum. Tüm bu ihtimalleri kollarımla kucaklayıp: ____.“

Youtube’u Türk sineması madenine dönüştürme projesinin fikir mimarı kim ise buradan ona öpüyoruz. Öyle ki, Youtube’un bu karanlık taraflarına yürüdüğümde, karşıma çıkan her öğe beni şaşkınlıktan ayvalı ıhlamur içmeye sevk ediyor. Orada neyi bulup neyi bulamayacağımı hiçbir zaman bilemeyecek olmam da sanırım ilişkimizin “Ona küçük sürprizler yap.” kısmısı oluyor. Neyse. İşte Behçet de oralardan.

Ruanda’da yalnız bir Behçet.

Film şöyle bir şey: Dünya’nın mutlu ülkelerinden Ruanda’da bir general, devlet başkanına karşı ayaklanıyor, sonra kendi emrindeki asiler ordusuyla halkı silahtan geçirmeye başlıyor, bunun üzerine Ruanda’nın devlet başkanı, filmde adı Behçet olmayan, Behçet’i yardıma çağırıyor. Şu şu köyde bir grup masum insan var onları başkente getir, diyor. Behçet de akıllı tabi. Siz öyle haybeye insan hayatıyla ilgilenmezsiniz, diyor. Film boyunca verecek olduğu insanlık dersinin ilk bölümünü orda vererek, başkanın asıl derdinin o köydeki elmaslar olduğunu başkana itiraf ettiriyor. Ondan sonra da türlü türlü atraksiyonlar işte.

Heh. Burada değinmek istediğim mesele, aslında politik tavır meselesi. Yeşilçam sinemasında aleni bir politik tavır* bulmak pek sık karşılaşılan bir durum değil. Olduğunda da, tıpkı diğer ülke ulusal sinemaları gibi, hitap ettiği kitlenin ideolojisine uygun bir politik tavır takınması yadırganmayacak bir olgu tabii ki. Şimdi, Türkiye halkına, devletin otoseküritizmi bağlamında resmi tarih şeysiyle yıllarca dayatılmış bir “devlet-seviciliği” realitesi var. Resmi tarih tezlerinin üstüne medyanın “devlet baba, devletin yardım eli, vs.” söylemleri de cabası. Sinemayı da göz ardı etmezsek… Öyle işte. Bu dayatma sadece “koruyan kollayan devlet baba” imajıyla değil, aslında bir liderlik kültü üzerinden dayatılan Mustafa Kemal sevgisinin, temelde devlet ile özdeşleştirilmiş olmasından kaynaklanıyor. İşte tüm bunların “devlet” algısını halk kafasına yerleştirme üzerindeki etkisi ormanda yüz kaplan gücünde iken, bana yine gidip ayvalı ıhlamur içmek düşer.

Hal böyleyken, ben bu kadar ayvalı ıhlamurlara boğulmuşken, nedendir bilinmez, Türkiye halkındaki devlet-seviciliği zamanla lokal bir sevgi olmaktan çıkıp, global bir hal almış durumda. Bu filmde de bunun tezahürünü görüyoruz. Ruanda dilinde uydurulabilen iki ismin Orzo ve Borzo yaratıcılığı ile sınırlı kalması ya da -muhtemelen teknik ve maddi yetersizliğe yormamızı gerektirecek- başörtülü ve şalvarlı teyzelerden, kasketli amcalardan, “Allah’a emanet ol” diyen kadınlardan oluşan bir Ruanda halkı çizmek kadar, Ruanda kültürüne yabancı olan bir ekibin, niçin Ruanda devletini sevmemiz yönünde bir film inşa ettiklerini merak ediyorum. Aslında bu soruya oldukça afili ve tarihsel bilinci yüksek bir iki cevabım var. Lakin bunları paylaşmamayı tercih ediyorum. Ne de olsa…

Tekrardan filme dönersek, filmde enteresan olan bir diğer şey şu ki; devlet menşeili bakış açısıyla oradan oraya koşturan, atlayan zıplayan, çatışmalara giren, uçaklar düşüren Behçet de dahil olmak üzere kimse, asilerin niye ayaklandığını bilmiyor. Film boyunca bunun bahsi bile geçmiyor. Onlar hakkında devletten öğrendiğimiz tek şey; onların kötüler oldukları, köyleri yakıp yıktıkları ve sivilleri öldürdükleri. Yani, üzülerek ve tırsarak söylüyorum ki, mutlak kötü bir düşman imajıyla karşı karşıyayız beyler. Daha filmin başında; Ruanda insanının, insanları çok sevdiği için asilere karşılık vermediğini öğrenen Behçet, bu duruma karşılık “Yaşamak için gerekliyse öldüreceksin.” cevabını vererek, onlara asilere karşı gelmelerini ve direnmelerini öğütler. Asilerin niye ayaklandığını bilmediğimiz için aslında onların yaptığının da bir nevi bu olduğunu ya da olmadığını rahatça söyleyebilir miyiz, bilemiyorum. Fakat en azından bu tek taraflı bakış açısını alaşağı ederek, okuyucuya “noluyor hacı ya, ne demek yani bu, nerdeyiz” dedirtebiliriz.

Asilerin silahlarından birini elinde tutan Behçet’in dudaklarından dökülen “Belçika malı, Rus parasıyla alınmış, … ve Fransız fabrikalarında imal edilmiş.” lafı ve filmin sonunda, elindeki elmasları yerlere atarak “Yüzlerce insan bunun için mi öldü ha! Bunun için mi! Allah kahretsin!” diye bağırması da, Behçet’in ve bittabi film ekibinin, dünya politikalarına ilişkin engin tespitlerini belli etmekten geri kalmıyor.

Mütemadiyen seviyoruz.

Odası Behçet Nacar posterleriyle süslü olan ve ayvalı ıhlamur içerek, fındıklı gofretler yiyen herkes için, marketten eve elinde 24’lü tuvalet kağıdıyla dönmüş kadar.

*İktidar ilişkilerinin her alanındalığının ve böylece politikanın her yerdeliğinin bilincinde olarak, burada bahsetmeye çalıştığım şey “düz” bir politik tavır. Yani direkt olarak genel “politik” algısına uygun, politik bir şeyler söylemek.

Hiç yorum yok: