27 Mayıs 2012 Pazar

Bir de Bizden Okuyun: Halloween


Popüler Amerikan sinemasının kimi örnekleri öylesine kabul görmüştür ki başlı başına bir Janr’a isim vermişleridir. Gençlerin katledildiği korku filmleri desek aklınıza bir sürü film gelir sanırım. Kendi içinde de pek çok alt türe ayrılan bu filmler (Trash mesela ya da B film) etraflarında topladıkları ve zamanla bir kitleye dönüşen hayranlara da sahiptir.


Üzerine ciltlerce makale yazılan bu tür filmler artık popüler kültürün değişmez nüveleri olarak dikkat çekmekte. Halloween, Elm Sokağı Kâbusu, Çığlık, Chucky gibi filmler ya da Texas Elektrikli Testere Katliamı, Yaşayan Ölülerin Gecesi gibi filmler bahsettiğimiz durumun en popüler örnekleridir.


İşte biz de bugüne kadar üzerine binlerce şey yazılan bu filmler üzerine bir kere daha yazacağız. Peki neden? Çünkü (Burda Cafer’in bakış açısının önemli bir katkısı var. Bizi dogmatik uykumuzdan uyandırdı) bu filmler belirli bir bakış açısı dışında hiç değerlendirilmedi. Zizek bile en fazla Lacan üzerinden psikanalitik yorumlar geliştirerek bu filmlerden bahsetti. Üzerine akademik tezler bile yazılan bu filmler maalesef bu kalıplaşmış bakış açılarından kurtarılamadı.


Oysa durum bambaşka. İşte biz de size bunu göstermeye çalışacağız. Örneğin Cafer S. az sonraki satırlarında size Halloween’ın aslında “Bastırılmış Lezbiyenliğin Şiddet Unsuruna Dönüşmesi” üzerinden ilerleyen dramatik yapısından bahsedecek. Gördüğümüze bakmak yerine arka planı anlamamızı isteyen bu yazı sanırım bugüne kadar ki Trash ve B film literatürünü alt üst edecek.


Bu dizimizi Cafer S., Uğur E. ve eğer katılmak isterse Kudret Sezer sürükleyecek. Ben ise Trash ve B tipi filmlere daha en başından bir ilgisizlik duyduğum ve yeterli altyapıya sahip olmadığım için bu giriş yazısıyla yetineceğim. Ama Cafer’in yazılarını da yine kendisinin isteğiyle, isim belirterek ben yayınlayacağım. Özellikle yönetmenler üzerinden ilerleyecek olan bu dizi John Carpenter ile başlıyor. Cafer en bilinen John Carpenter filmi olan Halloween’ı seçti. Demek oluyor ki biz de bu diziye 1978 yapımı Halloween ile başlıyoruz :

…………………………………………………………………………………


Halloween’ı yıllar önce bir gece yarısı Show Tv’de izlemiştim. O dönem Show Tv her gece Korku filmi koyardı. Tüm bir Çığlık serisini de Chucky serisini de işte bu saatlerde Show Tv’de izlemiştim.


"Bir de Bizden Okuyun" adlı dizi için bir yazı yazmam istendiğinde ise hiç tereddütsüz Halloween’ı seçtim. 8 yaşımda izlerken de bu filmde kimi tuhaflıklar olduğunu sezmiştim. Filmi birlikte izlediğim ailem korkudan bütün evin ışıklarını yakarken ben o yıllarda anlamlandıramadığım bir Erotik-Mizah anlayışının bu filme derinden sirayet ettiğini hissetmiştim.



Filmi yıllar sonra bu yazı için tekrar izlediğimde ise 8 yaşımdaki halime tümüyle hak verip geçen yıllar içinde edindiğim film okuma tecrübeleriyle harmanlayarak filmi kendi kafamda tümüyle aydınlattım. Şimdi film üzerine yazılan binlerce yazıya baktığımda sadece üzülüyor ve büyük bir şeyin ıskalandığını hayretler içinde gözlemliyorum.


Halloween, bir kere en başta bir korku filmi değildir. John Carpenter izleyiciyi bir röntgenci konumuna oturtarak bir dizi olayı göstermiştir. Ve sanırım bunu yaparken de çok eğlenmiştir. Olayın psikanalitik tarafını tümüyle bir kenara bırakalım. Bir çocuktan bir kötülük sembolüne dönüşen Michael aslında bir parodi karakteridir. Çünkü o röntgenci izleyicinin konumuna yerleşerek hepimizden daha çok eğlenmektedir.



En başta kabul etmemiz gereken şu ki bu film bir Lezbiyen Filmi’dir. Bütün olayların ve şiddetin kaynağı da bir lezbiyen kıskançlığıdır. Ama bunu psikolojik açıdan değil antropolojik ve frenolojik (XIX. Yüzyılda kişilik özelliklerini kafatasının biçiminden çıkarmayı amaçlamış bilim dalı) açıdan incelersek bütünüyle anlayabiliriz.



Lourie, Annie ve Lynda birbirlerinden hoşlanan üç kızdır. Ama aralarındaki kıskançlık öyle bir boyuta varmıştır ki istemeye istemeye erkeklere yönelirler. Aralarında en yumuşak başlı olan ve olayları bir erkek bularak değil konuşarak çözme taraftarı olan Lourie ise Carpenter’ın örnek Lezbiyen modelidir. Kafatası yapılarına baktığımızda da sarışın Annie’nin daha bir elips biçimine benzeyen kafası onun duygusal boşluğunu ve eski arabalara merakını açıklar. Ve kendi kimliğiyle barışık olmamasının getirdiği gerilimi de kafatasıyla birlikte film boyunca üzerinde taşır.



Filmde üç kızı da öldürmeye çalışan Michael’ın filmde çok az görebildiğimiz bir maskenin arkasına saklanmış olan kafatası ise aslında filmi tümüyle açıklar. Michael’ın tümüyle anormal ve biçimsiz kafatası üç kızın da tam olarak yüzleşemedikleri cinsel kimliklerini temsil eder. Filmde sadece anlık olarak kızların karşısına çıkan hunhar katil Michael bu görünmezliğiyle kızların medcezir ruh hallerinin de peliküle yansıması olur. Yani sizin anlayacağınız aslında Michael diye biri yok. Michael üç kızın sonunda cinnete varan lezbiyen kıskançlıklarının bir temsilidir.


Filmin daha en başında bir cinayet işlenir ve filmdeki kadınlardan biri ölür. Filmdeki kadınlar antropolojik olarak Lesbos adası kadınlarının da bir temsilidir. Antik dönemde Sappho’nun öncülüğünde adı duyulan Lesbos adası Lezbiyen kelimesinin de etimolojik kökenini oluşturur. Şiddete meyilli Lesbos kadınları birlik ve beraberliklerini koruyamamışlardı. Aynı şekilde Halloween’da da bu antropolojik talihsizlik karşımıza çıkar.


Kızlar Michael alter egolarıyla birbirlerini öldürürken film içinde doktor ve şerif olarak tanıdığımız iki erkek de onların birbirlerini öldürmesine izin veren erkek iktidarını temsil eder. Yani şöyle kadınların bu cinsel özgürlüklerinden tiksinen Atina iktidarı Lesbos adasının birbirine girmesini nasıl keyifle izledi ve kışkırttıysa Halloween’da da Doktor ve Şerif erkek karakterleri Kızlar birbirini katletsin diye bilerek yanlış yoldan giderler ve cinayeti engellemezler. Yumuşak başlı Lourie’nin filmin sonunda tümüyle Michael alter egosuyla bütünleşerek iki kız arkadaşını öldürmesinden sonra sokağa çıkıp yardım istediğinde de erkeklerin ilgisizliğiyle karşılaşması da dikkat çekici bir sahnedir. Bu sahnede Lourie bağırır çağırır ve bir evin kapısına gider. Evin ışıkları önce yanar ama ev sakini erkekler perdeyi hafif araladıktan sonra ışığı kapatıp uykularına dönerler.


Filmin sonunda sözde Lourie’yi kurtarmaya gelip Michael’ı vuran doktorun elinde bulunan kurusıkı da erkek iktidarının ikiyüzlülüğünü ve ahlaksızlığını temsil eder. Carpenter her ne olursa olsun kadınların özgürlüğüne izin vermek istemeyen erkek modelini Doktor karakterinde cisimleştirir. Michael’ı vurur gibi yapan ve dolayısıyla öldürmeyen doktor Michael’ın kaçmasına izin vererek kadınların cinsel özgürlüğünü asla istemeyen bir iktidar modeline dönüşür. Bu karakterin doktor olması da takdire şayandır. Kendi başına bir iktidarı temsil eden ve kadınların arasındaki cinsel özgürlüğü bir hastalık sayan Tıp “bilimi” bu filmin en çok yerdiği kurumlardan biridir.



John Carpenter’ın nasıl bir konum aldığıysa film ilerledikçe ortaya çıkar. Temel motivasyonunun erotik bir film yapmak olduğu anlaşılan Carpenter’ın filmin çekimleri sırasında okuduklarından etkilendiği söylenir. Cinsiyet kuramları üzerine birçok okuma yapan Carpenter izleyiciyle sinik bir mizahla alay eder. Kızların bir hetero hayaline dönüştüğü bu filmi bilerek bu hale getiren Carpenter alttan alta çok gülmektedir. Çünkü yapmak istediği şey tam tersine erkeklerle dalga geçmek ve bir kadın motivasyonuyla onlara olan öfkesini dışavurmaktır. Kullandığı gereç ise bütünüyle mizahtır. Ama bu tamamen personel bir mizah olup filmin kendisine pek sirayet etmemiştir. Carpenter bir Lezbiyen Aşk filmini, tamamen kadınlar için yapılmış bir filmi Heteroların aptallıklarına gülmek için ters çevirmiştir. Sonuç olarak “bu kadınlar Hetero olan hiçbir şeyle ilgilenmiyor ama siz salaklar inatla böyle anlıyorsunuz ve çok komik oluyorsunuz” demektedir.





Cafer/Menemen/ 22.05.2016

Hiç yorum yok: