21 Mayıs 2012 Pazartesi

Farkında Olmadan Bir Winterbottom Daha Tak Tak

Sayın Uğur E. (Doğum yeri Denizli’dir) varolsun arada film verir bana. Bu filmler ise bir süre öncesine kadar genelde benim önerdiğim ve onun indirdiği filmler olurdu.



Karşılıklı saygıya dayanan bu ilişkimiz Uğur E.’nin (1990-..) Almanya’ya gitmesiyle birlikte kesintiye uğradı. Neyse ki kendisi bir müddet önce İstanbul üzerinden ülkemize yeniden giriş yaptı ve biz de eski günlerdeki gibi kültür ve sanat dolu günler yaşayacağımıza dair ümit yeşerttik.


Gelin ve görmeyin ki birkaç aylık şu süreçte Uğur E. Hâlâ eski günlerdeki randımanını verememektedir. Misal, ilk geldiği günlerde Almanya’da indirdiği filmleri getirip verdi bana varolsun. Ama arkadaş bak nasıl desem, hakkaten diyeyim, bir tane bile “aha” diyeceğimiz film yok. (Bak bu defa hakkatten diyorum “yok”).



Biz de bu birkaç ayda boş durmayıp indirmiştik birçok film. Biz de film verdik yani arkadaşa icabında. Ama nasıl olduysa oldu biz muhteremi Petzold’larla, Akerman’larla, Blier’lerle, beslerken Uğur E. ne idüğü belirsiz Alaman filmleri, yok efendim Martin gibi gereksiz Amerikan filmleri, yok güzelim, Romero’nun en sevdiği filmmiş diyerek sıradan filmleri verdi de verdi.



Hani dersin ki tesadüftür falandır yok o da değil. Neyse bin tane lafla biz önerdik “şunları indir bak delikanlı” dedik. Ve bak yine övünmek için söylemiyorum bebeğim okuyucu, biz hangi filmi indirttiysek can çıktı. ( Bkz. Suçlular Aramızda)





Bunca garabete gık demeyen U.E. bütün bunlar yetmezmiş gibi “Ya ben festival filmleri indürcem” diye takılmasın mı Engin Ertan’ın peşine. İndirmesin mi 10 tane film! Bak gülüm okuyucu, önceki yazdıklarımı şimdi unut, bu 10 tane filmden bana verdikleri içinde var ya Bay E’den bile kötü filmler var. Aradım U.E’yi ve Mevlana’nın “Etme” adlı şeyini okuyup kapattım. Hiç bizi dinlemeyen U.E. artık Siyaset Meydanı’na çıkıp Anayasa taslağı konuşacak kıvama gelmişti. Bununla bitecek diye düşünürken başımıza ne gelsin! Bu arkadaş “bak şu şu filmleri sil onlar baya kötü” diyerek verdiklerinden de birkaç tane film sildirdi bana. Tam “Killer Inside Me”ye gelmiştim ki “ Lan bunun yönetmeni kim acaba” diye bakmayayım mı?




İşte bu bakışım ile birlikte acı, sinir ve şaşkınlıktan sandalyemi kırdım. Bu doksanlı çocuk bana resmen MICHAEL WINTERBOTTOM filmi sildiriyordu. Hey dostum bunu nasıl yapardı. Yılda üç film çeken bu adamın bir filmini nasıl öyle “sil ye” diyerek geçiştirirdi. Tam bunun şaşkınlığıyla filme bakakalırken ikinci bir şok yaşadım. Film aynı zamanda Jim Thompson’ın bir kitabından uyarlanmıştı. İşte o an telefonumun rehberini açıp “Uğur Sinema” ve “Uğur Üni.” isimlerini rehberden sildim.



Film yani Killer Inside Me elbette ki bir başyapıt değildi. Ama öyle “sil ye” diye geçiştirilecek bir şey de değildi. Jim Thompson’a gelince bu adamın kitaplarından uyarlanan filmler genelde “bağımsız” olur. (After Dark My Dear da uyarlanmıştı filme. Cnbc-e gösterdi zamanında. Türkçe'ye de çevrilmiş kitapları ama bulup okuyamadık maalesef). Ama bu defa daha “Hollywood’a yakın” bir film çıkmış ortaya. Bu yakınlığın tek sebebi de filmin içindeki ünlü oyuncular. (Bkz. Jessica Alba).



Ama mesela Casey Affleck (filmin esas erkek kişisi) upuzun yeteneksizliğiyle artık aptal yapımcıları bile çıldırtmış durumda olan ağabeyi Ben Affleck’ten çok daha farklı bir yol tutturmuş kendine. Hiç öyle “ben star olucam” havasına girmeden küçük amerikan filmlerinde başladı kariyerine ve buralara kadar geldi. Ahım şahım oynamasa da filmi ayakta tutuyor.





Bir de yine şöyle bir şey var. Killer Inside Me benim “Tripli Amerikan Westernart Movie” dediğim türe dahil edilebilecek bir film. Bu tür filmlerde genelde kovboy şapkalı tipler ortalıkta dolanır, mutlaka bir şerif vardır ve bu şerif barda takılır (Bu filmde şerif bizzat başroldeki Lou oluyor). Karışık durumlar vardır. Bu karışık durumları çözmeye çalışan insanlar vardır. İnsanlar buğulu bir sesle ve alabildiğine cool olmaya çalışarak konuşur vs. Bu filmde de aslında bir tür parodi var. (Ama ciddi parodi. Bu konuya da gireceğiz yakında) yani belli ki bu tip şeyler Winterbottom’ın da hoşuna gidiyor ve bu tripleri elinden geldiğince peliküle yansıtıyor. Çok geniş kollara ayırabileceğimiz bu türün bir kolunun son noktası Badlands ise (Ki Killer İnside Me de özellikle bu filme benzer. Karakterin doğası açısından bakınız, gözüm okuyucu) öbür kolunun son noktası The Man Who Wasn’t There’dir.(Western'in "Art" bölümünü alınız, cicim okuyucu) Killer Insıde Me ise biraz daha ana akıma yaklaşan bir seyir izliyor. ( Diger “Tripli Amerikan Westernart Movie”ler için bakınız, Affedilmeyen, Gangs Of New York, Batıda Kan Var falan filan. Bir de bu türü bilhassa Klasik Western ile karıştırmayınız)



Yani demek istediğim, şu yukarıda bahsettiğim tripli filmler hoşunuza gitmiyorsa bu filmden tat almanız çok zor. Yine mesela geçende duydum iki kızcağız Ozon’dan bahsedip “8 Kadın kötüydü” dediler. Yahu şekerim sen 50 ve 60’ların cinayet çözmeli Fransız filmlerini bilmiyorsan  ve başlı başına bir Fransız Polisiyesine ismini vermiş Polar türünü bilmiyosan elbette o filmden keyif almazsın. Aynı şekilde üçüncü sınıf fotoromanları ya da ucuz romanesk çizgi dizileri bilmez ve sevmezsen Killer Inside Me’den de pek zevk alamazsın.


Demek istediğim 24 Hour Party People’dan olacak ama “İkarus ne midir? Daha fazla kitap okumalısınız”



Not : Yukarıda dediklerimin entelektüel kısımlarının çoğunu salladım. Bu demek oluyor ki ben de daha fazla okumalıyım. (Burası özeleştirili bölüm)



Hiç yorum yok: