7 Mayıs 2012 Pazartesi

Hakkâri'de Bir Mevsim

Bazı filmler, bazı kitaplar isimleriyle müstesna bir etki yaratırlar. O filmin adını duyduğunuzda hemen bir izleme isteği uyanır içinizde. Ya da kitabın adı size o kadar güzel gelir ki derhal o kitabı alıp okumak istersiniz falan filan.


Bu benim başıma çok sık gelen bir durum olduğu için hayal kırıklığı da başıma çok sık gelen bir durum oluyor. Mesela en son Bruce Labruce’un’ “Süper Sekizbuçuk” filmini bu “adı güzel” saikiyle edinmiş, izleyip bitirdiğimde ise “yine olmadı” duygusuna kapılmıştım.


Başka Örnekler bulmak da mümkün. Mizoguchi’nin “Kağıttan Bir Bebeğin İlkbahar Fısıltıları” filmi, Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabı, adını unuttuğum bir yönetmenin “Bir Deve İçin Daha Kolay” adlı filmi, Boris Vian’ın “Kızlar Farkına Varmıyor” kitabı, Haneke’nin “Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 parçası” filmi gibi yapıtlar adının vaat ettiği güzelliği sunmayan örnekler olarak verilebilir.


Bununla beraber adının hakkını veren örnekler de yok değildi benim açımdan “Bir Başka Yaza Doğru, Cennetten de Garip ,Usta Beni Öldürsene (öykü olanı),Yani Rüzgar Her Şeyi Alıp Götürmeyecek,Yeşil Papaya’nın Kokusu” gibi yapıtları adının vaat ettiği güzelliği veren örnekler olarak sayabilirim.


Hakkari’de Bir Mevsim de ismiyle çağıran bir roman, bir film olarak uzun süredir beni meşgul ediyordu. Ama içimden bir ses de “kötü lan bu” deyip duruyordu. Ses, merakımı köşe vuruşuna yolladı ve Hakkari’de Bir Mevsim “hayal kırıklıkları” listeme yeni bir halka ekledi.






Önce romana baktım. Baktım dediysem ilk 50 sayfasını okudum D&R’da ve oldu o zaman deyip çıktım. İkinci bir yönelim olarak filme hamle yaptım. Mübarek olsun izledim filmi baştan sona. Ama dedim ya olmadı işte. Şöyle de bir durum var ki ben filmi kitaptan daha çok beğendim.


Ferit Edgü benim anlamadığım şekilde ülkenin “önde gelen” öykücülerinden biri olarak görülüyor. Kendisini en son Toplu Öyküleri’ni topladığı kitabı “Leş” hakkında konuştuğu “Gece Gündüz “ programında görmüştüm. Ferit bir yandan Yekta bir yandan övüyor da övüyor kitabı. Edgü, Leş için “Öykülerimin tümünü tanımlayan bir isim olduğu için seçtim. Çünkü her öykümde insanın görünen yüzünün altında yatanları çıplaklığıyla, apaçıklığıyla göstermeğe uğraştım. Leş insana yönelik bu arayışımın en temel kavramı oldu” gibisinden şeyler söylüyordu.


Ben çok Ferit Edgü okumadım. Ama kütüphanede öykülerine göz atarken sanki hiç bilmediğimiz şeylerden bahseder gibi konuşan,yazmak için epey kastığı belli olan bir adam çıkmıştı karşıma (Çığlık diye bir kitabı vardı mesela. İçinde sürekli insanlardan ve modern yaşamdan şikayet eden hayvanlar vardı. Böyle papağan olsun at olsun hepsi laf sokuyordu insanlığa). Bütünleyici bir eleştiri yapmak için külliyatına girmek lazım belki ama hiç hevesli değilim bu konuda. Hem sonuçta bana ne yani.






Erden Kıral’ın filmi Hakkari’de Bir Mevsim ise Ferit Edgü’nün “bakın böyle bir yer var çok değişik” bakışından pek kurtulamamış. Arkeolojisini ilk köy romancılarına kadar götürebileceğimiz bir bakış açısı bu. Hakkari’ye gelen öğretmen kendi memleketinden, çevresinden tümüyle farklı durumlarla ve insanlarla karşılaşır. Aralarındaki yabancılık sadece araya çocuklar girince aşılabilir. Öğretmen çocukları dışarıya çıkararak gökyüzünü gösterir, güneş sisteminden vs. bahseder. Burada ikincil bir durum çıkıyor karşımıza: Duyarlı bir Aydın prototipi olarak öğretmen.



Film ve kitabın birleştiği nokta ise bir tanıtım, bir katalog gibi ilerlemesi. Doğu diye bir şey var ve film izleyip kitap okuyan batılılara bu “Doğu” tanıtılıyor. İşin bu kısmı beni aştığı için yazıyı işte tam burada kesiyorum ve Kudret Sezer’in devamını getirmesini umuyorum.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Filmi de izlemedim kitabı da okumadım ama Ferit Edgü'yü Tezer Özlü'nün yakın arkadaşı olarak bilirim. Tıpkı Tezer'in abisi Demir gibi (evet amcakızı/oğlu olduklarından adlarıyla hitap edeyim dedim) sayın Edgü de bende "hoş tınılar" bırakmamıştı. Gerçi benim Aytmatov'la da bir alıp veremediğim var ama konu dışı. Neyse.
Velhasıl Ferit Edgü'nün yaşamını İstanbul'da yazarlar camiası içinde geçirdiğini biliyoruz gençliğinde. Demir Özlü'nün Bir Küçük Burjuvanın Gençlik Yılları (Bunun da adı çok şey vaat edercesine) kitabında anlattığı bir ayağı Paris'te öbürü İngiltere'de ve viskilerle dolu izole hayatları olan insanlar grubundan. Para var ama huzur yok allahım diye ne yapsa olmayan ama temelde zaten yapacak da pek bir şeyi olmayan insanlar filan filan. Hal böyleyken yaşamlarında yer almayan bilumum durumu bilmem ki ne kadar zorlama olmadan anlatabilirlerdi, bence kıt hayal güçleriyle, okuyan düşünsün.
Bir de Leyla Erbil'in Tuhaf Bir Kadın'ı var ki o da benzer sıkıntılarda. Bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen demiş Teoman.
Özetle anladığım odur ki Lady Montagu'nun Şark Mektupları'nda gösterdiği başarı Ferit Edgü'yü solda ve sıfırda bırakmış olabilir.

Aras Keser dedi ki...

50 kuşağı edebiyatçıları bunlar ya da öyle deniyor. yky şimdilerde çok acayip şeyler yapmışlar gibi ciltli miltli 50 kuşağı kitapları basıyor. orhan duru'su olsun demir özlü'sü olsun hepsi aynı terane.


ama leyla erbil apayrı bir şey. gecede ya da eski sevgili baya iyi kitaplardır kanımca. hatta memleketin tek kadın yazarıdır leyla erbil. bir de onat kutlar var o "kuşak" ta ama bunlar kadar danimarka'da yaşamış, iş olsun diye köy, börtü böcek yazmamış sağolsun. onu da ayrı değerlendirmek lazım sanırım.


ferit edgü'ye de tekrar baktım bu yazıdan sonra da. gerçekten kötü. kötü yani. demesem diyorum ama: kötü.