20 Mayıs 2012 Pazar

Metin Erksan'ın Auteur'lük İle İmtihanı


Fransa-Türkiye ilişkileri yaklaşık 600 yıllık bir dönemi kapsar. Bu iki ülkenin birbiriyle ilişkisi bu 600 yıllık dönemin ilk 50 – 60 yılında daha çok Türkiye’nin domine ettiği bir yapıya sahipti. Ondan sonraki 550 yıllık dönem ise tamamen Fransa’nın etkinliğinde geçmiştir.


XIV. Louis’nin Osmanlılara karşı bir başka Avrupa devletiyle birleşemeyeceğini söylediği tarihten başlatılabilecek Fransız – Osmanlı ilişkileri daha sonraki yıllarda özellikle Osmanlı Ordusuna yapılan Fransız usulü takviyelerle güçlenmiştir. Özellikle topçu sınıfını ıslah eden Fransız zabitleri Kırım Savaşından sonra Osmanlı’nın kahramanları haline gelmişlerdir. Ordunun tanzimatı ile güçlenen bu ilişkiler Abdülaziz ve Abdülmecit zamanında yapılan Fransız kaynaklı ıslahat hareketleriyle bir tür hayranlığa dönüşmüştür. Kimi tarihçilerin “Fransız Asrı” olarak değerlendirdikleri Abdülmecit ve Abdülaziz dönemleri ordu dışında eğitim ve lisan alanlarında da görülen bir Fransız etkisiyle hemhaldir. Uzun yüzyıllardan sonra Osmanlı’nın son dönemlerinde yavaş yavaş Alman tesirine girmesi de Fransızlar tarafından pek hoş karşılanmamıştır.


Siyasi ve ekonomik yakınlaşmalar bir yana özellikle sanat ve kültür açısında hiçbir devlet Osmanlı’yı (ve halefi Türkiye’yi) Fransa kadar etkilememiştir. Tiyatro, Edebiyat, Şiir, Sinema ve diğer birçok sanat dalı Fransa üzerinden Türkiye’ye sirayet etmiştir. Örneğin roman türü bir gereklilikten değil de batıda yazıldığı için Türkiye’de de yazılmaya başlanmıştır. İlk dönem Fransız etkili Türk romanları gerçekçilikten dolayısıyla romanın doğasından uzaklaşırken Muhsin Ertuğrul icazetli Türk Tiyatrosu da benzer bir istikamet izliyordu. Şiir’de  Edebiyat-ı  Cedideciler  bütünüyle sembolist Fransız şairlerinin etkisiyle yoluna devam ederken henüz emekleme çağında olan Türk Sineması ise en kötü durumda olan sanat dalı olarak dikkat çekiyordu.



Bu kötü durumun nedeni yukarıda saydığım bütün etkilenmelerin bir kombinasyon halinde Sinema’da terennüm etmesiydi. Muhsin Ertuğrul’un tiyatrodan ayırdığı zamanlarda sinemaya da bulaşması ve Tiyatro-Film’ler çekmesi (Bkz. Aysel Bataklı Damın Kızı) bir “İlk Dönem Türk Sineması”ndan bahsetmemizi engellemektedir.


Tek partili dönemin ardından ivme kazanan Türk Sinema Endüstrisi 50’li yıllarda iki koldan hareket etmiştir. Birinci kol Hollywood kaynaklı bir etkilenme ile Romans benzeri bir türe meylederken İkinci Kol  Anadolu Filmleri diyebileceğimiz gerçekçi bir yapı yakalamaya çalışan filmlerden oluşur.


60’larla birlikte bu iki kol da tümüyle yerlerine yerleşirler. Hollywood – Romans karışımı dediğimiz tür Yeşilçam Sineması’nı oluştururken Anadolu Filmleri dediğimiz kol ise çerçeveyi küçülterek Köy- Gerçekçi ya da Edebiyat Etkili Toplumcu Gerçekçi bir yapıda kendine yer bulur.



Metin Erksan işte bu “hertaraflı” sinema ortamında kendi damarını bulmakta güçlük yaşamıştır. (Aslında bir “Metin Erksan Damarı” var mıdır orası da tartışmalı bir durum) bir taraftan Yeşilçam’a yaklaşan Acı Hayat diğer taraftan Toplumcu – Gerçekçi yapısıyla dikkat çeken Susuz Yaz gibi filmler çeken Erksan en önemli hamlesini ise 1965 yapımı Sevmek Zamanı ile yapar.


Sevmek Zamanı yukarıda girişini yaptığımız “Fransız Etkisi”nin yeniden Türk Sineması’na girişini temsil eder. Ne Yeşilçam’a yüz veren ne de Toplumcu – Gerçekçi bir yapıya sahip olan Sevmek Zamanı Sembolizm, Sürrealizm gibi Fransız kökenli kavramlarla değerlendirilebilir.




Sevmek Zamanı, bir anlamda yine Fransız kökenli Auteur kavramının da Türkiye’deki ilk örneklerindendir. Bütünüyle filmine hakim bir yönetmeni imleyen Auteur kavramı Metin Erksan’la cisimleşir. O gerçekten de en azından Sevmek Zamanı özelinde bütünüyle kendi sinemasına doğru ilk adımı atmıştır. Bahsettiğimiz Fransız etkisi ise Tanzimat Romanında görülen bir taklitçilikten ziyade bir uyarlama, yerliyurtlulaştırma hamlesidir. Yerlileştirilmiş Fransız etkisi Sevmek Zamanı’nın açıklanması için elzem bir hareket noktasıdır.



Metin Erksan daha sonraki filmlerinde bu Auteur’lüğe yaklaşan filmler yapmışsa da Sevmek Zamanı’nda ulaştığı düzeye yaklaşamamıştır. Hem şahsi ihtirasları hem de bir tür kafa karışıklılığıyla her türden film yapmayı sürdüren Metin Erksan kendi damarını tam olarak bulamasa da etkilendiği şeyleri yerlileştirme konusunda uzman bir konuma ulaşmıştır.


Korku filmlerinden tutun (Şeytan), Antonioni sinemasına (Suçlular Aramızda), Polisiye filmlerden tutun (Yine Suçlular Aramızda), Teatral İngiliz uyarlamalarına (Kadın Hamlet) kadar her türü birbirine harmanlamaya çalışan –Ki bu bilinçli bir tercih midir bilemiyoruz. Aynı filmler içinde farklı türleri denemek gibi bir girişimi olmuş olabilir Erksan’ın.-Metin Erksan’ın Auter’lüğü bir başka tanımı hak edecek cinstendir.



Bu Auteur’lük kendine has bir film yapısıyla değilse de kendine has bir film yapma metoduyla kendini gösteren bir yapıya sahiptir. Bu da bir anlamda Metin Erksan Tipi Auter’lüktür ve bütünüyle yerli bir motivasyon ve muhayyileden beslenmektedir.






Hiç yorum yok: