31 Mayıs 2012 Perşembe

O Günlerin Yerinden Başlamamış Uykusu (Bir Cafer Üzerine Kısa Film Hikâyesi)


İstiklal marşı okunduktan sonra sınıflarına dağılmışlardı. Ben okula geldiğimde ise sınıflara dağılmalarının üzerinden yaklaşık yarım saat geçmişti. Müdür yardımcısının yanına gittim. 2 gün önce bu okula kaydolduğumu, Lise 2’ye devam edeceğimi söyledim. Müdür yardımcısı balkona çıkarak “Aha işte, sınıfın orası” dedi, uzakta bir kapıyı işaret ederek. Pek bir şey anlamamıştım ama “Tamam” dedim. Merdivenleri inerken duvarlara asılı Osmanlı padişahları ve cumhuriyet dönemi Türk büyüklerinin resimlerine baktım. Avluya çıkınca yukarıdan müdür yardımcısının işaret ettiği istikamette ilerlemeye başladım. Avlu dedim zira bulunduğum okul eskiden hapishane imiş. Mimarisi birbirine bu kadar benzeyen iki devlet kurumu Foucault’nun ağzını sulandırırdı sanırım ama benim daha kişisel problemlerim vardı. İlkokul ve Ortaokul hayatım boyunca yaklaşık 8 tane okul değiştirmiştim. Hepsinde de sınıfa sonradan katılan adam olarak çok yabancılık çekmiştim. Zira ben okula gelmeden, daha sınıfımı bilmeden, herkes birbiriyle arkadaş, eş dost oluyordu. Lise ve altı okullarda arkadaş olmanın süresi tek bir hamlede bir ceylanı boynundan yakalayan çıtanın hareket süresiyle eş zamanlıdır.



O gün de kafamı sağa sola çevirip 10-D sınıfını ararken, içeriye nasıl gireceğimi, hocaya ne söyleyeceğimi, boş  yer bulabilirsem nasıl oturacağımı,”yeni gelen tipe bakma çılgınlığı”ndan nasıl kurtulacağımı, ilk diyaloga girdiğim kişiye nasıl hitap edeceğimi (sıfat olarak “dostum”u kullanmayı tercih ediyordum. Ama duruma göre “arkadaşım” “kardeş” “baba” “dayı” gibi laflar da edebiliyordum) düşünüyordum. Avluda yürümeye devam ederken eylül ayının o ne idüğü belirsiz havası da durmadan değişiyordu.  Önce gök gürlüyor, hava kapanıyor, saniyeler sonra ise güneş kendini yeniden gösteriyordu. Bu esnada sınıflardan birinden bir kız çıkarak bir yere doğru koşmaya başladı. Ardından da bir kız daha çıktı ve “Fatoş bekle, ben de izin aldım öğretmenden” diyerek Fatoş’a doğru gülerek koşmaya başladı. Daha ilk günden kızlara aşık olmak gibi bir adetim olmadığı için, bu insanlarla sakin bir arkadaş üslubuyla konuşmaya karar verdim.



Kızlardan Fatoş olanına doğru hızlıca hareket ettim. Sonradan sınıftan çıkan ve benimle aynı hızla Fatoş’a doğru hareket eden ikinci kızla aynı anda Fatoş’un yanında bitiverdik. Yine âdetimdir, ortamda birden fazla kız varsa sadece biriyle ilgilenip diğerlerinin aslında hiç de umrumda olmadığını gösteren davranışlarda bulunurdum. Yine öyle yaptım. Sanki ikinci kız hiç yokmuş, neşe içinde sınıftan çıkıp Fatoş’a doğru koşmamış gibi davranarak sadece Fatoş ile ilgilendim. Gözlerinin tam içine bakarak sordum  “10 D sınıfı nerde biliyor musunuz acaba?”. Tam ağzını açmıştı ki ikinci kız “aa işte şurada, karşıda” dedi. Ona aldırmadığımı gören Fatoş bana bakarak “evet işte şurada dedi” eliyle  Kuzeybatı yönünü işaret ederek. Sonra da ikinci kızın koluna girerek hızla kızlar tuvaletine doğru ilerledi. Bir süre onları izledim. Tuvalete girip kapıyı kapattılar. Ben de asıl sorunuma dönüp 10-D sınıfını aramaya devam ettim.


Pantolonuma kemer takmayı unutmuştum. Bir elimle pantolonumu, diğer elimle kıvırdığım defterimi tutarak dümdüz ilerlemeye devam ettim. Karşıma çıkan bütün merdivenlere tırmandım. Sonunda bir koridora girdim. Koridor yeni okul giysileri ve buna karışan axe parfüm ve hoby jöle kokuyordu. Yavaş yavaş ilerledim. Önce 10 A sonra da 10 B’yi gördüm. 14 adım sonra, koridorun sonuna doğru 10 D sınıfını buldum.



Bir an vazgeçip eve dönmeye karar verdim. Ayağımın altında bir dondurma külahının etrafında toplanan binlerce karınca vardı. Önce karıncalara sonra da kafamı kaldırıp yarım görünen gökyüzüne baktım. Ne sonbahardı ne de dünya çok tuhaftı. Sonra derin bir nefes alıp o yıl boyunca birçok kez yapacağım şeyi yaptım ve 10-D sınıfının kapısını iki kez tıklattım.











Hiç yorum yok: